Cumartesi, Aralık 31, 2005

Cuma İncileri 2005

(2005 yılında yayınlanmış konular, alfabetik sıra ile)

Jigsaw

Bahar

Gurûb

Kar

Elmalar

Medine

Kabe

Cuma

Gökyüzü

Kasım

Gökkuşağı

Cami

Mimoza
Açılıştaki Temeller
Âlem-i Kevn-u Fesad
Âlemlere Rahmet
Allah'ın günlerini ummayanlar
Aynı Hizada Durabilmek
Baharın ilk günü
Bayram ederler yâr ile şimdi
Ben batanları sevmem!
Beytullah'ı Ziyaret
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş
Bismillah
"Buna güneş değmemiş"
Çifte Standartçıların Vay Hâline!
Çok Özlemiştik Seni, Ey Ramazan!
Doğru Söz
Dua edin ki...
Ekmek ve can
En Güzel Örnek
Enbiyanın Duası
Enbiyanın Feryadı
Esmanın Tecellisi
Ey İnsanlar!
Ey örtüsüne bürünen!
Felâh: Gerçek Başarı
Fırsatı Kaçırmayalım
Gecenin Tazeliği
Gerçek Fail yalnız O
Gerektiği Gibi Sakının
Gönülden Bağlılıkla
Görülen ve Ardındaki
Hac Arafat'ta Başlar
Hac Ayı ve On Gecesi
Haccın Gerekleri
Hadislerde Fatiha
Haftanın En Önemli İşi
Haydi, bir benzerini yapın
Hep Muhtacız
İçler Dış Olsa
Hüda ve Huda
İki Doğu Kadar Uzak Olsaydı!
İmtihan
İnsan Olmak
Karneler Sınavdan Sonra
Kelebeğin Kanatlarında
Kış günleri başladı
Kur'an ve Anlayış
Muhammed, Salat ve Selam Ona
Muzdelife, Mina, Kâbe
Müjdeler Olsun Müminlere
Namaz Vakitlerini Nasıl Bilirsiniz?
Nasıl Vermeli?
Nebiler ve Dersler
Neden Gökkuşağı?
Nefsim, Nefsim
Nimet ve Şükür
Nun, Kalem ve Satırlar
O Allah... ki tanrı ancak O
O Gün Ne Göreceğiz?
O'na Yönelip O'ndan İstemek
O'ndan kuluna, kulundan O'na
Onlar
Rahman'a Yaklaştırılanlar
Rüzgarın Savurduğu
Sabırdan Şükre
Salât: Eşsiz Yöneliş
"Sizi cehenneme sokan nedir?"
Söz var, gözler ağlatır
Süleymaniye'de Bayram Sabahı
Şeksiz Şüphesiz
Şeytanın var olmayan gücü
Takva Mescidi
Tamah Ama Nasıl?
Temizlenmek
Tertemiz Gitmek Varken..
Tombul Kuşlar ve Mimoza
Umutsuzluğa Yer Yok
Vesvesenin İlacı
Ya Râb, Korktuğumuza Uğratma!
Yalancının Söylediği Doğru Söz
Yaratan Rabbinin adıyla oku
Yâsîn'de "mubîn"
Yetmez miydin, Sen Ey Ölüm!
Yolcunun Duası
Yumuşak Söz

Cuma, Aralık 30, 2005

"Buna güneş değmemiş"

Meyveler
Bazan bir ağacın aynı dalında yan yana iki meyve olur.
Biri kızarmış, tatlanmış, olmuş; diğeri yeşil, ekşi, ham.
Aynı tohumdan, aynı daldan olduğuna inanamazsınız.
Açıklaması da çok kolaydır: "Buna güneş değmemiş"
denir. Çünkü meyveyi olgunlaştıran güneştir.

İnsanları olgunlaştıran da vahiy güneşidir, şüphesiz.
O güneşten çok uzak olsak da, ondan bize pırıltılar
aksettiren aynalar var. En başta Rasûlullah SAV,
karanlık gecenin parlak mehtabı gibi nur saçıyor.
Arada başka parlak aynalar var, hepsi de aynı
güneşten aldığı hikmeti bize öğretiyor, anlatıyor.
Hikmetin içimize işlediği nisbette olgunlaşıyoruz.

2:269 yu-til-hikmete men yeşâ
(Allah) Hikmeti dilediğine verir.
vemen yu-tel-hikmete feqad ûtiye hayren kesîrâ
Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir.
vemâ yezzekkeru illâ ulul-elbâb
Bundan ancak ulul-elbâb öğüt alır.

Metaforlar, benzetmeler bir yere kadar doğrudur.
Her iki metaforu da kendimize uygulayabiliriz.
Bir yandan kendimizi dalında olgunlaşan meyve
olarak görelim, hikmetlere gönlümüzü açalım.
Diğer taraftan da ayna olalım, başka meyveler
bizden akseden ışıkla olgunlaşsın.

Hikmet ışığından, vahiy güneşinden yararlanırken,
etrafımıza ışık vermeye, yansıtmaya çalışalım.

Pazar, Aralık 18, 2005

"Sizi cehenneme sokan nedir?"

-Muddessir suresi devam ediyor-

Muddessir suresinin ikinci kısmı üç kasemle başlıyor. Dikkatimizi aya, geceye ve gündüze çeviriyor ve bizi bu üç mucize üzerine tefekkür etmeye çağırıyor:

kellâ vel-qamer
74:32 Hayır! And olsun aya!
vel-leyli iz edber
33. Dönüp gittiğinde geceye!
ves-subhi izâ esfer
34. Ve ağardığında sabaha!

Gün geceye dönüp gittiğinde, tekrar ağarmasa hâlimiz nice olurdu? Ya, her sabah ve akşam rengârenk tonlarla boyanan semâya ne demeli? Ya da gecenin karanlığında ortalığı aydınlatıveren mehtâb az mı güzel? Veyahut gecenin üstümüzü simsiyah örtmesi kimbilir bize neyi söyler? En uzun gecelere vardığımız şu günlerde, dalıp gidiyor insan ister istemez: Şeb-i yeldâ'yı kim bilir? Şeb-i arûz nedir?

Rabbimiz, Muddessir suresinin birinci bölümünün sonunda "saqar" ismi verilen cehennemden haber vermişti. Bu bölümde onunla devam ediliyor. Bu cehennem büyük bir şey, açık bir uyarı. Peki kimlere?

innehâ leihdel-kuber
35. Bu en büyük şeylerden biridir
nezîren lil-beşer
36. uyarıdır insanlara
limen şâe minkum en yeteqaddeme ev yeteahhar
37. içinizden öne geçmek veya geriye kalmak isteyen herkese

Cehennem insanlardan ileri geçmek ya da geri kalmak isteyenleri korkutmak için bir uyarıdır. Bu cevap iki türlü anlamaya da açık. Bir anlayışla cehennem, ibadetlerde ileri geçip, mâsiyetlerden geri durmak isteyen insanlara bir uyarıdır. Ya da diğer bir anlayışla, cehennem o kimseyi korkutur ki, o kişi günah işlemek sebebiyle ibadetten geri kalır. Ayrıca "dilemek" sıfatı kul için kullanıldığı için, açıkça insanın cüz-i iradesinin varlığına da işaret görüyoruz.

kullu nefsim-bimâ kesebet rehîne
38. Herkes kazandığına karşılık bir rehindir,
illâ ashâbel-yemîn
39. ashab-ı yemîn hariç

Ashab-ı yemîn, yani karnelerin dağıtıldığı o günde defterlerini sağ taraflarından alacak olan mutlu kullar hariç, herkes kazandığı günahlar nisbetince mahbus durumda. Borcuna bağlı rehin gibi, günahkâr da günahına bağlı kalıyor.

O mutlu kullar cennette ne yapıyorlar:
fî cennâtin yetesâelûn
40. onlar cennette birbirlerine sorarlar
'anil-mucrimîn
41. mücrimlerin durumundan
mâ selekekum fî saqar
42. "Sizi cehenneme sokan nedir?"

Kerim Kitab'ımızda sıkça karşılaştığımız bir üslup bu. Bilgiler karşılıklı konuşmalar sonucu aktarılıyor. Empati yeteneğini geliştiren, çok enteresan, aynı zamanda güçlü ve etkili bir eğitim metodu. Dikkatimiz yükseliyor. Hep beraber soruyoruz: Cehennemlikleri cehenneme sokan nedir?
qâlû lem neku minel-musallîn
43. Derler: "Biz namaz kılanlardan değildik,
velem neku nut'imul-miskîn
44. miskinleri doyuranlardan değildik,
vekunnâ nehûdu me'al-hâidîn
45. ve dalanlarla beraber dalanlardandık,
vekunnâ nukezzibu biyevmid-dîn
46. hesap gününü de yalan sayardık.
hattâ etânel-yakîn
47. Nihayet bize ölüm geldi"

Ayette geçen dalmak kelimesi, "batıla dalmak" şeklinde tefsir edilmiş, "yakîn" ise "ölüm". "Yakîn" kelimesi şeksiz şüphesiz iman anlamına geliyordu. Burada ise ölüm yerine geçmiş. Belki de hayattaki en kesin gerçek olması hasebiyledir.

48-51. Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermedi. Şimdi onlara ne oluyor ki, aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri gibi, zikirden yüz çeviriyorlar?

Ürkmüş bir merkebin aslandan kaçması doğaldır. Kaçmazsa mahvolacak. Kitap'dan böyle kaçanlara ne demeli? Onlar ne hâle düşüyorlar? Ne istiyorlar? Neden kaçıyorlar?

52. Hayır! Onların herbiri kendilerine açılmış sayfaların gelmesini istiyor

Râzî'nin tefsirinde, Mekkelilerden gelen bu talepten bahsediliyor: "Bize semadan açılmış sahifeler gelsin ki, inanalım." Allah Teâlâ, onların bu isteklerinin doğru olmadığını, bunun sadece inatlarından kaynaklandığını beyan ediyor.

53-55. Hayır! Hayır! Gerçek şu, onlar ahiretten korkmuyorlar
Hayır! Şüphesiz o bir öğüttür
Artık kim dilerse öğüt alır


vemâ yezkurûne illâ en yeşâallâh
56. Allah dilemeyince öğüt almazlar
huve ehlut-taqvâ ve ehlul-magfira
Korumaya ehil olan O'dur, bağışlayacak olan da O'dur.

Pazar, Aralık 04, 2005

Ey örtüsüne bürünen!

İlk inen ayetlerden sonra bir rivayete göre altı ay kadar vahiy kesiliyor. Bu dönem uzun ve üzücü geçiyor ama sonrasında ayetler inmeye devam ediyor.

Bugün ilk nâzil olan surelerden Muddessir suresinin ilk bölümüne baktık. Ayetler ekseriyetle kısa kısa ve çok vurucuydu.

Önce Allah Rasûlüne (salât ve selam ona) seslenerek başlanıyordu:
yâ eyyuhel-muddessir
74:1 Ey örtüsüne bürünen!

Müteakip ayetlerle peşpeşe ilk uyarılar geldi. Bunlar onu göreve çağıran ve bir müslümanın şahsiyetini inşâ edecek olan ilk emirlerdendi:

qum feenzir, verabbeke fekebbir, vesiyâbeke fetahhir
2-4. Kalk ve uyar, Rabbini tekbir et ve elbiseni arındır
ver-rucze fehcur, velâ temnun testeksir
5-6. Azaba götürecek şeyleri terk et; iyiliği, daha çoğunu umarak yapma!

Herbiri tek tek üstünde düşünülecek kıymette emirler... Allah'ı büyüklemek, bir yandan elbiseyi ve dış çevreyi pisliklerden arındırırken, aynı zamanda iç dünyayı da azaba götürücü şeylerden temiz kılmak esastı. Ardından yaptığını çok görerek, başkalarına minnet etmeme öğüdü geldi. Velhâsıl insan, kaz gelecek ümidiyle, tavuk veriyorsa birisine durumu hiç de iyi değildi.

Bu emirler asla kolay şeyler değiller. Zaten nice işkenceler o yolda çekildi, nice sıkıntılara göğüs gerildi. Bunların üstesinden gelirken karşılaşılacak zorluk ve meşakkatlere karşı sığınılacak tek mercii ise ancak ve hep O idi:

velirabbike fasbir
7. Rabbin için sabret.

Hemen bunların peşine ahiret vurgusu geliyordu:

feizâ nuqira fînnâqûr
8. O Sûr'a üfürüldüğü zaman,
fezâlike yevmeizin yevmun-'asîr
9. işte o gün zor bir gündür
'alel-kâfirîne gayru yesîr
10. Kafirlere kolay değildir.

Ardından, "o adam"ın tarifi geliyordu. Nüzûl sebepleriyle uğraşan âlimler ismiyle, cismiyle söylüyorlar bize, o adamın kim olduğunu: Halid bin Velid'in de babası olan Velid bin Mugire imiş. Ama Velid ya da başkası, ne farkeder? Bir sürü Velid'ler gelip, geçmiyor mu? Bakalım onların tipik halleri ve akıbetleri nasılmış:

zernî vemen halaktu vehîdâ
11. tek başına (hiçbir şeysiz) yarattığım adamı da bana bırak!
vece'altu lehû mâlen memdûdâ, vebenîne şuhûdâ
12-13. ona hem bolca mal verdim, hem de hazır bulunan oğullar
vemehhedtu lehû temhîdâ
14. kendisine (bu nîmetleri) döşedikçe döşedim.
summe yatme'u en ezîd
15. Sonra daha artırmamı umar.
kellâ, innehu kâne liâyâtinâ 'anîdâ
16. Hayır! O, ayetlerimize karşı inatçıydı
seurhiquhu sa'ûdâ
17. onu sarp bir yola sardıracağım.

Mekkeli müşrikler, Rasûlullah için demediklerini bırakmıyorlar. Şair diyorlar, mecnun diyorlar, kâhin diyorlar. Diyorlar da diyorlar. Ama kendileri bile şunun farkındalar: Bir insan hiç aynı zamanda deli ve şair olabilir mi? Ortak bir kararda durmak istiyorlar ve Velid'in fikri, birden hepsinin hoşuna gidiyor:

18. o düşündü ve ölçtü biçti
19. kahrolası, nasıl ölçtü biçti
20. sonra o kahrolası, nasıl da ölçtü biçti


O inkârcı zâlim öyle ölçüp biçmişti ki, bu yaptıklarından belli oldu:
21-25. sonra baktı, sonra kaşlarını çattı ve suratını astı, sonra arkasını döndü ve kibirlendi ve dedi, "Bu sihirden başka birşey değildir. Bu ancak bir insan sözüdür."

Yine dikkat edeceğimiz tipik inkârcı özelliği: Kibir. Kibir imanın önündeki en büyük engel.

26-30. onu Sakar'a atacağım, sen biliyor musun Sakar nedir? o, ne geri bırakır ne de vazgeçer, o derileri yakıp, kavurandır, üzerinde on dokuz (muhafız melek) vardır.

Öteden beri çeşitli müfessirler bu meleklerin sayısının hikmetini açıklamaya çabalamışlar ancak en güzel cümlenin, elimdeki tefsirde bu hikmetlerin bahsinden sonra söylenen şu cümle olduğunu düşünüyorum: "Hükme tealluk olmadığından adedin hikmetinden bahiste bizim için fayda yoktur".

Çünkü bir bu sayı ne imtihanlara vesile olmuş.

31. Biz o ateşin zebanîlerini, sadece meleklerden kıldık. Onların sayısını da o inkar edenler için ancak bir imtihan yaptık. (Böylece) kendilerine kitap verilenler de iyice inansınlar, inananların da îmanı artsın diye. Artık hem kendilerine kitap verilenler, hem de mü'minler şüpheye düşmesinler.

(Bu), kalplerinde bir hastalık bulunanlarla, kafirler:
"Allah, bu misal ile ne demek istemiş olabilir?" desin(ler diyedir).

İşte böylece Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir.

Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez. Bu (ayetler), insanlara bir öğütten başka bir şey değildir.


O gündeki kâfirler, "Bu kadar insanı, bu kadar az sayıdaki melek mi cehennemde tutacak?" diye fitneye düşmüşler. 20. yüzyılda ise kimi insanlar bu sayı üstüne bambaşka fitnelere düştüler.

Sayılar konusunda gerçekten dikkatli olmak lâzım. Amaç nedir, araç nedir, insan iyi ayırdetmeli. Elbette ki, sayılabilir her şeyin bir sayısı var. İnsanların iki eli, iki gözü ve bir burnu olur. Ya da bir gül dalında hep beş yaprak, bir servi kozalağında on iki parça sayılır. Kar tanelerinin geometrisi, görenleri hayran bırakır. Arılar altıgen petek yapar. Böyle düzenlilikler yaratılış mucizesine bakarken, hoş ve lâtif incelikler olarak hep karşımıza çıkar. Bunun gibi Kerîm Kitab'ımızda da matematiksel güzellikler elbette aranırsa bulunabilir. Bunlar, bulan insan için kalbe bir sürûr veya imanı ziyadeleştirici bir süs olabilir. Bir de, belki bir zeka gösterme alanı, bulmaca çözme zevki... O kadar... İlerisine gitmek, bunları mutlak gerçeklikmiş gibi başkalarına vaz'etmek, bu formüllerden olmadık hesaplar yapmaya kalkışmak insanlara ne aklen, ne de mânen fayda verir. Allah fitnelere düşmekten muhafaza etsin.

Cuma, Aralık 02, 2005

Şeytanın var olmayan gücü

Adem'in yaratılışı ve meleklerin ona secde etmeleri yedi
surede söz konusu olmuş. İlgili ayetlerin hepsinde
İblis'in secde emrine karşı gelişi de anlatılmış.

Bunlardan yalnız birine bakalım:

17:65 inne 'ibâdî leyse leke 'aleyhim sultân
Doğrusu Benim kullarım üzerinde senin bir gücün yok
vekefâ birabbike vekîlâ
Rabbin vekil olarak yeter.

İsra suresindeki bu ayette, şeytanın bir gücü olmadığı,
olmayacağı açıkça söylenmiş. Demek ki şeytanî güçler
asla yaptırıcı olamıyor, ancak çekici ve saptırıcı oluyor:

14:22 innallâhe va'adekum va'del-haqqi
Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti
veva'attukum feahleftukum
ben de size söz verdim, sonra caydım
vemâ kâne liye 'aleykum min sultân
sizi zorlayacak bir gücüm yoktu
illâ en da'avtukum festecebtum lî
sadece çağırdım, siz de cevapladınız
felâ telûmûnî velûmû enfusekum
o halde beni kınamayın, kendinizi kınayın

Bu ayet ise henüz söylenmemiş bir sözün haberi.
Söyleyecek olan şeytan, ve doğru konuşuyor.
Bu da diğerinden farksız, dün olmuş gibi anlatılıyor.

Cuma, Kasım 25, 2005

"İki Doğu Kadar Uzak Olsaydı!"

vemen ya'şu 'an zikrir-rahmâni
43:36 kim Rahman'ın zikrine körlük ederse
nuqayyid lehû şeytânen fehuve lehû qarîn
ona bir şeytan bağlarız, artık ona yakın olur
veinnehum leyesuddûnehum 'anis-sebîli
37. şüphesiz onlar bunları yoldan çıkarırlar
veyahsebûne ennehum muhtedûn
bunlar da doğru yolda olduklarını sanırlar
hattâ izâ câenâ qâle yâ leyte
38. sonunda Bize gelince "yazık!" der
beynî vebeyneke bu'del-meşriqayni
"keşke aramızda iki doğu arasındaki kadar uzaklık olsaydı"
febi-sel-qarîn
ne kötü bir arkadaş

Önce kul, Rahman'ın zikrine körlük ediyor.
Ayetleri, emirleri, yasakları görmezlikten geliyor.
Ona bir şeytan veriliyor, iyice yakın bir arkadaş oluyor.
Yavaş yavaş yoldan çıkartıyor, hiç farkettirmeden.
Kul hâlâ körlük ediyor, doğru yoldayım sanıyor.
Aslında şeytanın yaptırım gücü yok ki.
Sadece çağırıyor, ayartıyor, unutturuyor.

Hesap günü,
herkesin O'nun önüne çıktığı gün,
amellerin tartıldığı, sırların kalktığı gün,
şeytanlarla rehberler ayrılıyor,
iyi ve kötü arkadaş anlaşılıyor.

Ayette geçen "meşriqayn" iki doğu anlamında.
Güneşin yazın ve kışın doğduğu iki yer.
Rahman suresinde geçer:
rabbul-meşriqayni verabbul-magribeyn
17. O, iki doğunun Rabbidir, iki batının Rabbidir.

"bu'del-meşriqayn" çok çok uzağı anlatan veciz bir ifade.

Salı, Kasım 22, 2005

"Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş"

kar
Kar erken geldi. Kimi zaman lapa lapa, kimi zaman usul ve sakin ama hep çok etkileyici bir akış, bir incelik, bir beyazlık gördük dün... İnsanın bakmaya doyamadığı manzaralardan. Denize bakmak gibi. Halbuki daha ne olmuştu, "eyyam-ı bâhûr", o en sıcak günler geçeli beri?

Kar varsa akla illâ ki Cenap Şehabettin'in Kış Ezgileri gelir:

Elhân-ı Şitâ
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini gayb eyleyen bir kuş
Gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar.
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşideleri,
O baharın bu işte ferdâsı
Kapladı bir derin sükûta yeri
Karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.

diye devam eden...

Peki, düşünsek acaba Kerim Kitab'ımızda "yaz" ve "kış" kelimelerinin birlikte geçtiği ayet hangisi?

106:2 îlâfihim rihleteş-şitâi ves-sayf
Kış ve yaz seferlerinde faydalandıkları anlaşmaların kadrini bilmiş olmak için

Bu ayetle Mekke'nin hakimleri olan Kureyş kabilesine, elde ettikleri ilginç ticari üstünlük hatırlatılıyor. Hiçbir ziraate uygun olmayan o bölgeye insanlar öyle alıştırılıyor ve öyle anlaşmalar yapılıyor ki, yaz ve kış kervanlarının bereketi ile, Kureyş oturduğu yerde her türlü zenginliğin sahibi oluveriyor.

Ne ilginç.

îlâf: alışma, anlaşma, uzlaşma (bk. 8:63)
rihle: yolculuk, sefer
şitâ: kış
sayf: yaz
sayfiye: yazlık

Şiirin sonu da ilginç:

Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun.
Dök hâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök.
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi.

Türkçesine bakalım, kelimeleri biraz değiştirerek:

Karlar, sessizlik türkülerinin ezgileri
Karlar, melekût bahçelerinin çizgileri
Dök kara toprak üstüne, ey Mennân Eli dök
Ey Rahmet Eli, İkrâm Eli, İhsân Eli dök:
Bahar çiçekleri yerine kar renksizliğini
Kuş cıvıltıları yerine umut sessizliğini

Cumartesi, Kasım 19, 2005

Yaratan Rabbinin adıyla oku

Hepimiz biliriz, ilk inen ayetler 'Alâk suresinin ilk beş ayeti, ve ilk emir de "iqra!", yani "oku!".

Ama ondan önce ilk vahyin indirilişinin bir adım evveline gözümüzü çevirsek... Allah Rasulu'nün hayatında belli dönemler gündelik telâşelerden, hayat gailesinden, başka insanlardan sıyrılıp, dik ve sarp bir dağda küçücük bir mağarada tefekküre dalmakla geçiyor. Daha sonraki dönemlerde "itikâf" olarak da bir pratiğe dönüştüğünü düşündüğümüz böyle yoğun tefekkür günleri, insanın yeniden kendine gelmesi, yaşam amacını yeniden bulması açısından hiç de boşuna olmasa gerek...

Ve ilk ayetler başlıyor:
iqra bismi rabbikellezî halaq

iqra Önce "oku..." "Okumak"tan Allah'ın rahmetinin eserlerine bakarak yapılan bir kainat okuması da anlaşılabilir, Kur'an'ı okumak da...

Sonra "Rabbinin adıyla oku..." Rab, mürebbiye, terbiye hep aynı kökten türetilmiş kelimeler. Rububiyet kavramında bir tedrîcen kemâle ulaştırma var. Allah Teâlâ'nın bu yaratılış alemindeki herşeyi muhafaza edip, onları sahip oldukları duruma getirmesi var.

Ve sonra "Yaratan Rabbinin adıyla oku."
Burada hilkate atıf çok mânidar.

Çünkü müşrik zihniyetin -rububiyeti ve vahdaniyeti inkâr etse de- yaratılış karşısında gidebileceği en son sınır bilinemezci olmak olsa gerek... Çünkü yaratılış insanda inkâra mecal bırakmayacak kadar açık bir mucize. Ancak geriye dönük teoriler var bu konuda.

halaqal-insâne min 'alaq
O insanı bir alaq'tan yarattı

Kâinat kitabını okuyacak, Yaratıcısına muhatap olacak derecede mühim olan o insan, aslında ilkin sadece bir tek hücrecikti. Evveli sadece bu idi. Allah insanı hemen aslını bilmeye çağırıyor. Tevazuyu hatırlatıyor. Tevazu sahibi olan kurtuluyor çünkü. Kibir ise insanı mahvediyor.

iqra verabbukel-ekrem
Oku, Rabbin ekremdir

Ekrem, yani en büyük kerem sahibi. Verdiğinde karşılıksız veren. Karşılıksız ihsan edicilerin en yücesi.

Okumaya tergibden sonra Allah Teâlâ'nın ekrem olduğuna beyan buyurulması dikkatlerimizi daha çok açıyor.

Sure devam ediyor:
ellezî 'alleme bil-qalem
O ki, kalemle öğretti

İslam'daki ilim vurgusu bile başlıbaşına Kur'an'ın Allah sözü olduğuna delil. Çünkü o döneme kadar Arap toplumu içinde böyle bir anlayış hiç olmamış. Bütün ilimlerin zabtı, muhafazası ve aktarımı ise ancak yazıyla mümkün: "O ki, kalemle öğretti."

Rabbimizin en büyük ikram sahibi oluşunu öğrendikten hemen sonra insana kalemle öğretmesini okuyup da, ilim talibi olmamak ne mümkün...

Buradan farklı bir bakışla insan için en büyük ikramın hakikat bilgisi olduğunu da hissediyoruz. Yani itminane kavuşmuş bir kalp... Yaratılış amacına ulaşıp, O'nun cennetine, belki de Cemâline varan bir dizi manevî ikramlar silsilesine muhatap bir ruh...

Kalemle talimin nübüvvete işaret ettiğini de muhtelif müfessirler zikretmişler.

'allemel-insâne mâ lem ya'lem
İnsana bilmediği şeyleri öğretmiştir

Hayatta kimi sorularımızın cevabını akıl ve beş duyu ile çözebiliyoruz. "Nasıl?" sorusu mesela... Ya da "Ne?". Ancak "Niçin?" sualinin cevabını bize ancak vahiy öğretiyor.

İlk beş ayet burada nihayet buluyor. Ve çok azametli iki ayet çıkıyor karşımıza:
kellâ innel-insâne leyatgâ
Hayır! Muhakkak insan azar
en raâhustagnâ
kendini müstağni gördükçe

Ve insan... Neye sahipse, ona onu Allah verdiği halde, kendinin aslını unutur ve Allah'ın nimetlerine ihtiyaçtan kendini beri görür. İsyan eder. Kibreder. Azar.

Halbuki:
inne ilâ rabbiker-ruc'â
Şüphesiz dönüş Rabbinedir.

Ayetler devam eder:
eraeytellezî yenhâ
'abden izâ sallâ
eraeyte in kâne 'alel-hudâ
ev emera bit-taqvâ

"Gördün mü, namaz kılarken bir kulu men edeni?
Söyle bana! Ya o (namaz kılan kul) doğru yol üzerinde ise!
Yahut takvayı emrediyorsa!"


Ve karşımıza çıkan yeni bir kavram: Takva. Takvayı kısaca Allah'ın emirlerine uygun yaşamak diye özetlesek, çok kısa mı olur?

Devam edelim:
"Söyle bana! Ya o (diğeri de) hakkı yalan sayıyor ve (îmandan) yüz çeviriyorsa?
Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu? Sakınsın o. Yok eğer vazgeçmezse, andolsun ki, onu perçem(in)den, o yalancı, günahkar perçemden yakalayıp (cehenneme) sürükleriz."


Kim ki kendi kavm-u kabilesine, ahbabına güvenirse boşunadır:
"Artık o (kendisine yardım edecek) grubunu çağırsın.
Biz de zebanîleri çağıracağız."


Kur'an'daki muhteşem secde ayetlerinden biriyle sure son bulur:
"Sakın, (seni ibadet ve taattan men edene korkup) boyun eğme; (Allah'a) secde et ve (böylece O'na) yaklaş."

İnsana iki emir: Secde et ve yaklaş!
İnsana iki lütuf: Secde et ve yaklaş!

İnsanın kavuşabileceği en büyük iki pâye...

Ne güzel...

Cuma, Kasım 18, 2005

"Haydi, bir benzerini yapın"

Kuran'ın i'câzı (mucizeli olması, acze düşürmesi) tarihsel bir gerçektir. "Bu Allah kelâmı değil" diyenlere Konuşan bizzat meydan okumuş, "Haydi, bir benzerini yapın" demiştir.

em yaqûlûnefterâh
11:13 "Onu uydurdu" mu diyorlar?
qul fe-tû bi'aşri suverin mislihî muftereyâtin
De ki: "onun surelerine benzer uydurma on sure getirin"
ved'û menistata'tum min dûnillahi in kuntum sâdiqîn
"Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın, doğru sözlü iseniz"


Mantık çok açık ve çok güçlü:
Ya bunun Allah kelâmı olduğunu kabullenip gereğini yapacaksınız, ya da bu sözü taşıyan nebiyi yalancılıkla itham edeceksiniz.
İkisinin ortasında başka bir yol yok.

Hud suresindeki bu ayet, işi üç yönden kolaylaştırıyor:
* Bütün bir kitap olmasın da on sure olsun
* Hakikat olmasın da uydurma şeyler anlatılsın
* Ümmi bir kişi değil de âlimler komisyonu yazsın

Sonuç: Kuran'ın karşıtları âciz kalmış, bu işi kimse başaramamış. "Bu Allah kelâmı değil" diyenler yalancı duruma düşmüş.

vein kuntum fî raybin mimmâ nezzelnâ 'alâ 'abdinâ
2:23 Kulumuza indirdiğimizden (Kuran'dan) şüphe ediyorsanız
fe-tû bisûretin min mislihî
siz de onun benzeri bir sure getirin
ved'û şuhedâekum min dûnillahi in kuntum sâdiqîn
Allah'tan başka güvendiklerinizi de çağırın, doğru sözlü iseniz


Mekke'de başlamış olan i'câz cevapsız kalınca, Medine'de şartlar bir daha hafifletiliyor, benzeri bir tek sure yeterli artık. Ama sonuç aynı. 1400 senedir Kuran'a benzer bir söz söylenemediğine göre, mantık o nebinin (salât ve selâm ona) doğru haber verdiğini kabul etmek zorunda kalıyor.

On Dokuzuncu Mektupta bu i'câz çok güzel ifade edilmiş:
"Şu Kur'ân'ın, Muhammedü'l-Emin gibi
bir ümmîden nazîrini yapınız ve gösteriniz.
Haydi, bunu yapamıyorsunuz;
o zat ümmî olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun.
Haydi, bunu da getiremiyorsunuz;
birtek zât olmasın. Bütün âlimleriniz, beliğleriniz
toplansın, birbirine yardım etsin. Hattâ güvendiğiniz
âliheleriniz size yardım etsin.
Haydi, bunu da yapamayacaksınız; eskiden yazılmış beliğ
eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma
çağırıp Kur'ân'ın nazîrini gösteriniz, yapınız.
Haydi, Kur'ân'ın mecmuuna olmasın da,
yalnız on sûresinin nazîrini getiriniz.
Haydi, on sûresine mukabil, hakikî, doğru olarak
bir nazîre getiremiyorsunuz. Haydi, hikâyelerden,
asılsız kıssalardan terkip ediniz, yalnız nazmına
ve belâgatine nazîre olsun getiriniz.
Haydi, bunu da yapamıyorsunuz;
birtek sûresinin nazîrini getiriniz.
Haydi, sûre uzun olmasın;
kısa bir sûre olsun, nazîrini getiriniz.
Yoksa din, can, mal, iyalleriniz, dünyada da,
âhirette de tehlikeye düşecektir."
...
"Muâraza-i bil-hurûf mümkün olmadı,
muhârebe-i bis-suyûfa mecbur oldular."

Yani, sözle karşı koyamayınca, kılıçla savaşmak zorunda kaldılar. Benzerini yapmak mümkün olsa, mallarını canlarını yok yere tehlikeye atarlar mıydı?

Cuma, Kasım 04, 2005

Müjdeler Olsun Müminlere

Süleymaniye'nin yan duvarlarında çok hoş bir ayet işlenmiş,
dört parça halinde 450 senedir orada öylece duruyor.
Gören gözlere, düşünen akıllara ebedî bir hitâb.

Tevbe suresinin 112. ayeti:
et-tâibûnel-'âbidûnel-hâmidûn
tevbe eden, kulluk eden, hamd eden,
es-sâihûner-râk'iûnes-sâcidûn
seyahat eden, rükû eden, secde eden,
el-âmirûne bil-ma'rûfi ven-nâhûne 'anil-munkeri
doğruyu emreden ve eğriden alıkoyan,
vel-hâfizûne lihudûdillâhi vebeşşiril-mu°minîn
ve Allah'ın sınırlarını koruyan müminlere müjdele

Bu ayet, bütün kelimeleri bağlanarak bir nefeste okunuyor.
Tertil ile okursanız, ne kadar tesirli olduğunu göreceksiniz.

Tevbe, ibâdet, hamd, rükû ve secde etmek.
Bunları anlamak kolay da, seyahat ne acaba?
Belki enfusî bir yolculuk, belki âfâkî, muhtelif rivayetler var:
  • "Ümmetimin seyahati oruçtur." (Hadis)
  • "Allah yolunda cihad etmektir."
  • "Mekke'den Medine'ye hicret edenlerdir."
  • "İlim tahsili için yolculuk yapanlardır"
  • "Allah'ın âyetlerine ibretle bakmak için seyahat edenlerdir."

"tvb" kökünden türetilmiş kelimeler Kitab'ımızda 87 kere kullanılmış, bunların önemli bir kısmı Tevbe suresinde bulunuyor.

Özellikle surenin adını belirleyen şu ayet:
9:118 Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar
gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp,
Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını
anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin
tevbesini de kabul etti. Allah, tevbe
ettikleri için onların tevbesini kabul etmiştir.
Çünkü O tevbeleri kabul eden, merhametli olandır.


Önce kul tâib ve nâdim olup tevbe edecek,
sonra Rab tevvâb olduğunu gösterip kabul edecek.

O üç kişinin tevbesi ile bunun kabulü arasında kaç gün
olduğunu, o günlerde ne yaptıklarını biliyor musunuz?

Perşembe, Kasım 03, 2005

Süleymaniye'de Bayram Sabahı

Bayram sabahı Süleymaniye'deydim.
Yahya Kemal'in unutulmaz mısralarından mı bilmem,
bayramlarda otomatik olarak oraya çekiliyorum.

Camiye girerken TRT arabalarını gördük, meğer
naklen yayın varmış. Kürsüde vaaz veriliyordu:
qad eflaha men tezekkâ
87:14 Felâha erdi arınmış olan
vezekeresme rabbihi fesallâ
87:15 Rabbinin adını anıp namaz kılan

Bunlar "bayram ayetleri" olarak tefsir edilir.
Ramazan'da oruçla, zekatla, Kuran'la arındık,
ve bu sabah tekbirlerle namaza koştuk.
Felâha erdik mi acaba?

Vâiz sözlerini bitirip kürsüden indi.
TV yayını meşhur bir şiirle başladı:

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymaniye'de


Etkili bir ses şiirin tamamını okudu, son mısraya kadar:
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Şimdi de Diyanet İşleri Başkanı kürsüde.
"Dengeli bir dindarlık" diyordu:
Sadece dünya için koşuşturmak yetmez,
ibadet de yalnız namaz ve oruçla bitmez.

Sözlerini bir dua ile bitirdi:
59:10 ... "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma;
Rabbimiz, şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin"


Bayram namazında imam Istanbul müftüsü.
Şûrâ suresinden okuyor:
42:20 Ahiret kazancını isteyenin kazancını artırırız;
dünya kazancını isteyene de ondan veririz;
ama ahirette bir payı bulunmaz ...
De ki: "Ben sizden buna karşı yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem." Kim güzel bir iş işlerse onun güzelliğini arttırırız.
Doğrusu Allah bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.


Namaz bitti, tekbir zamanı, cami inliyor.
Müftü minbere çıkaren üç tekbir, hutbe içinde üç kere daha.
Hutbenin konusu barış ve kardeşlik:
49:10 Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştir;
öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin;
Allah'tan sakının ki size acısın.


Hutbe biterken, üç tekbir daha, hepsi dokuz etti.
En sonunda Ayetul-kursî ve kısa bir dua.
Duada caminin bânisi ve mimarı da unutulmadı.



Söz Süleymaniye olunca, son söz Akif'e bırakılır:

Vecde gel, vahdete dal, âlem-i kesretten uzak.
Yalınız Sâni'i gör, san'atı, masnûu bırak.
Ben de bir yer bularak böylece tenhâ dalayım,
Varlığımdan geçeyim, mahv-ı temâşâ kalayım.

Safahât, Süleymaniye Kürsüsünde (s. 214)

Cuma, Ekim 28, 2005

Fırsatı Kaçırmayalım

Bugün Ramazan'ın son Cuma'sı. Fırsatı kaçırmayalım.
Bugün vermek çok kârlı. Hem Ramazan, hem de Cuma.
İhtiyaç sahipleri cami kapısında olacaklar. Elleri boş kalmasın.

2:271 Sadakaları açıkça verirseniz o ne güzel!
Eğer onları yoksullara gizlice verirseniz sizin için daha iyi.


innellezîne yetlûne kitâballahi veaqâmus-salâte
35:29 Allah'ın Kitabını okuyanlar, namazı kılanlar,
veenfaqû mimmâ razaqnâhum sirren ve'alâniyeten
kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarf edenler,
yercûne ticâreten len tebûr
tükenmeyecek bir kazanç umarlar.

İstemeye utanan, görünmeyen ihtiyaç sahiplerini de arayalım.
2:273 Sen onları simalarından tanırsın; onlar, yüzsüzlük
ederek insanlardan (bir şey) istemezler.


ellezîne yunfiqûne emvâlehum
2:274 Mallarını (başkaları için) sarf edenler
bil-leyli ven-nehâri sirren ve'alâniyeten
gece ve gündüz, gizli ve açık
felehum ecruhum 'inde rabbihim
onların mükafatları Rablerinin yanında
velâ havfun 'aleyhim velâ hum yahzenûn
onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir

Bugün Ramazan'ın son Cuma'sı.
Mubârek olsun. Bereketli olsun.

Pazar, Ekim 23, 2005

Neden Gökkuşağı?

Gökkuşağı

Neden hep ağaçlar ve kuşlar,
neden çiçekler ve yağmurlar,
neden güneş, ay ve yıldızlar,
neden mevsimler ve asırlar,
neden gökkuşağı ve dağlar..
diyorsanız, iyice kulak verin:

inne fî halqis-semâvâti vel-ardi
3:190 Göklerin ve yerin yaratılışında,
vahtilâfil-leyli ven-nehâri
gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde
leâyâtin liulil-elbâb
özlü kişilere şüphesiz âyetler, deliller vardır.

ellezîne yezkurûnallâhe
3:191 onlar ki Allah'ı anarlar
qiyâmen vequ'ûden ve 'alâ cunûbihim
ayaktayken, otururken, yan yatarken
veyetefekkerûne fî halqis-semâvâti vel-ard
göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler
rabbenâ mâ halaqte hâzâ bâtilen
Rabbimiz, bunu boşuna yaratmadın,
subhâneke feqinâ 'azâben-nâr
subhâneke, bizi ateş azabından koru

Çünkü tefekkür bunlarla başlar.

Ömer Nasûhî Bilmen'in zarîf ve latîf ifadesiyle:

Şu göklerden, bu yerlerden, bütün zerrât-ı âlemden
Senin ulvîyet-ü kudsîyenin Yârabbi, zâhirdir
Enîn-i kalb-i uşşâkın, bütün âhengi enhârın
Bütün feryâdı murgânın Senî tesbîhe dâirdir

El-hâk, öyledir... Âşıkların kalplerinin âhları da, ırmakların âhengi de, kuşların tüm feryâdı da ancak O'nu tesbihe dairdir.

Cuma, Ekim 21, 2005

Namaz Vakitlerini Nasıl Bilirsiniz?

Namaz vakitlerinin sınırları açısından İbn-i Abbas'ın (ra) rivayet ettiği mühim bir hadis-i şerif vardır:

229. Cibril bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı.
Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı.
Sonra ikindiyi, her şeyin gölgesi kendisi kadarken kıldı.
Sonra akşamı, güneş battığı ve oruçlunun iftar zamanı kıldı.
Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı.
Sonra sabahı, şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı.

İkinci sefer öğleyi, herşeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı.
Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendinin iki misli olunca kıldı.
Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı.
Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı.
Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı.

Sonra Cibril (as) bana yönelip:
"Bunlar senden önceki peygamberlerin (as) vaktidir.
Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!" dedi.

Tirmizi, Salat 1, (149); Ebu Davud, Salat 2, (393)

Namaz vakitlerini belirleyen bu hadisten üç önemli ders alıyoruz: Birincisi, bu vakitleri bilmek için takvime, hesaba gerek yoktur, güneşe bakan herhangi birisi kolayca karar verebilir. Ayları ve vakitleri belirlemek, hesap bilmeyenlere göre tarif edilmiştir. Hesap ancak bunu kolaylaştırmak içindir, zorluk için değil.

İkincisi, bir namazın vakti, bir sonraki ezana kadar devam etmez. Aksi düşünce ile, ikindiyi ve akşamı çok geciktirebiliyoruz. İkindi vakti gölgeler uzayınca biter, akşam ezanında değil. Akşamın asıl vakti de batıdaki kırmızılık kaybolunca geçer, yatsı ezanına kadar sürmez.

Üçüncüsü, namaz vakitleri dakika mertebesinde hassas değildir. Bunun üç istisnası var:
  • Sabahın son vakti, güneşin doğuşu
  • Öğlenin ilk vakti, güneşin ortada olduğu an
  • Akşam vakti, güneşin batışı
Bu üç vaktin hassasiyeti, astronomik ölçülerle dakika mertebesinde olmakla birlikte, gene de takvimlerde 5-7 dakika arasında bir temkin süresi bırakılır.


Şimdi de namaz vakitleri konusundaki ayetlere bakıp, ilk ayetin gece namazı olduğunu bir kere daha hatırlayalım:

yâ eyyuhel-muzzemmil
73:1-4 Ey örtünüp bürünen!
qumil-leyle illâ qalîlâ
gece kalk, birazı hariç,
nisfehû evinqus minhu qalîlâ
yarısında, ya da biraz azalt,
ev zid 'aleyhi verettilil-qur-âne tertîlâ
ya da çoğalt, ve ağır ağır Kur'an oku

Henüz ortada Kur'an yokken "Kur'an oku" deniyor! Geleceğe yönelik bir emir, belki de bize söyleniyor.

veaqimis-salâte tarafeyin-nehâri vezulefen minel-leyl
11.114 Gündüzün iki tarafında ve gecenin yakınlığında namaz kıl

Bu ayetle üç vakit namaz farz oluyor: Sabah, akşam, gece. "Gündüzün iki tarafı" belli ki alacakaranlık, sabah ve akşam. Miraca kadar üç vakit namaz bu şekilde devam etmiş.

17:78 aqimis-salâte lidulûkiş-şemsi ilâ gasaqil-leyli
Güneşin (batıya) yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl
vequrânel-fecr, inne qurânel-fecri kâne meşhûdâ
bir de fecir Kuran'ı. Muhakkak fecir Kur'an'ına şahitler var.

Isrâ suresindeki bu ayetin ilk yarısı dört vakti emrederken, ikinci yarısı "fecir Kur'an'ı" diyerek namaz ve okuma kavramlarını en bereketli bir vakitte birleştiriyor. Sabah namazında okunan Kur'an'ın şahitleri varmış meğer.

Cumartesi, Ekim 15, 2005

O Allah... ki tanrı ancak O

Esma
Sabah namazlarından sonra her gün okunur.
Kimi zaman çok etkileyici olur.

huvallâhullezî lâ ilâhe illâ hû
O Allah... ki tanrı ancak O
'âlimul-gaybi veş-şehâde(ti)
görüleni ve görülmeyeni bilen
huver-rahmânur-rahîm
O Rahman ve Rahim

huvallâhullezî lâ ilâhe illâ hû
O Allah... ki tanrı ancak O
el-meliku kural koyan, egemen
el-quddûsu kutsal, noksansız
es-selâmu esenlik kaynağı
el-mu°minu güven veren
el-muheyminu görüp gözeten
el-'azîzu izzetli, güçlü
el-cebbâru zorla yaptıran
el-mutekebbir(u) en büyük, kibre layık
subhânallâhi 'ammâ yuşrikûn
Subhânallâh, eş koştuklarından (uzak)

huvallâhu O Allah...
el-hâliqu yaratan
el-bâriu var eden
el-musavvir(u) tasarlayan
lehul-esmâul-husnâ
güzel isimler O'nun
yusebbihu lehû mâ fis-semâvâti vel-ard(i)
göklerde ve yerde olanlar O'nu tesbih ederler
vehuve ve O...
el-'azîzu izzetli, güçlü
el-hakîm hikmetli, bilge

Cuma, Ekim 14, 2005

O'na Yönelip O'ndan İstemek

İnsan bebekken ya da çocukken nerdeyse günlerini tamamen aczini izhar ede ede geçiriyor. Sonra durup, Yaradan'ını bilip, "Yalnız O'na kulluk eder ve yalnız O'ndan yardım dileriz"in sırrına ermesi gerekiyor... Bu ise hakikaten derin bir iç terbiyeyle mümkün...

Hem bazen de imtihan seviyeleri oluyor insanın.. Bazı seviyeleri rahatça geçebiliyor. Dik duruyor. Dayanıyor. Ama bazen de tutup bir noktada aczini izhar etme aczine düşüyor... Halbuki Allah'tan başka ona verecek olan bir zat yokken... Bir tek Allah varken... Herşey ancak O'nun bir "Ol!" demesine bağlıyken...

İnsan için ne büyük gaflet, sadece O'na yönelip de istemek varken kullara yönelmesi... Adresi şaşırması... Hem hani, gayrıya yöneliyor da ne oluyor? Allah nasip etmezse hiçbir şey olmuyor.

Halbuki Yakub (AS) gibi olmak vardı...
Şimdi Yusuf suresini açıp bakalım. Hz Yakub en sevdiği,
üstüne titrediği, rûyâ ile müjdelenmiş oğlunu kaybediyor.
Cevaba dikkat, en ufak bir şikayet izi var mı?

bel sevvelet lekum enfusukum emrâ, fesabrun cemîl
18. Sizi nefsiniz bir işe sürükledi, artık bana güzelce sabır gerekir
vallâhul-muste'ânu 'alâ mâ tasifûn
anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir

Yusuf'un derdiyle yanarken, bu sefer en küçük ve en büyük, iki oğlunu daha kaybediyor. Arada uzun yıllar var, ama cevap aynı. Burada fazladan bir ümit var, "hepsini birden" diyor.

bel sevvelet lekum enfusukum emrâ, fesabrun cemîl
83. Sizi nefsiniz bir işe sürükledi, artık bana güzelce sabır gerekir
'asallâhu ey-ye°tiyenî bihim cemî'â
belki Allah onların hepsini bana getirecektir
innehû huvel-'alîmul-hakîm
şüphesiz O bilendir, hakimdir

Yakub, yüreği yanan ama acısını hep içinde saklayan, üzüntüsünden gözlerine ak düşen, o derin yalnızlığı ve hüznüyle ancak Rabbine yönelen sessiz ve mazlum bir nebidir. Her daim güzelce sabredenlerdendir. Çevresinde kimseler onu anlamaz. Hatta onu kınarlar, "Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helâk olacaksın" derler.
En güzel cevabı yine o verir.

innemâ eşkû bessî vehuznî ilallâh
86. Ben derdimi ve tasamı yalnız Allah'a açarım
vea'lemu minallâhi mâ lâ ta'lemûn
Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim

Burada şikayet var, ama asla aciz kullara değil!
Herşeyi bilen, herşeye gücü yeten Rabbine.

Perşembe, Ekim 13, 2005

Tombul Kuşlar ve Mimoza

mimoza
Penceremin önündeki mimoza şimdiden tomurcuklanıyor.
Kış gelecek, bir Şubat günü karların içinde sapsarı açacak.
"Bahar yaklaştı" diyecek.

Bu sabah onun üstü gene tombul kuşlarla dolu.
Tombullar, çünkü bütün yaz iyi beslendiler.
Penceremin önünde konser veriyorlar.

tusebbihu lehus-semâvâtus-seb'u vel-ardu vemen fîhinne
17:44 Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih ederler;
vein min şey°in illâ yusebbihu bihamdihî
O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur;
velâkin lâ tefqahûne tesbîhahum
fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.
innehû kâne halîmen gafûrâ
Doğrusu O halimdir, gafurdur.

Yunus'un dizeleri akla geliyor hemen. O'nu tesbih eden herşeyle kendisinin de tesbih edişini ne hoş dile getirmiş:

Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlâm Seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm Seni

Su dibinde mâhi ile
Sahralarda âhû ile
Abdal olup "Ya Hû" diye
Çağırayım Mevlâm Seni

Gökyüzünde İsa ile
Tur dağında Musa ile
Elindeki asa ile
Çağırayım Mevlâm Seni

Derdi pekçok Eyyub ile
Gözü yaşlı Yakub ile
Ol Muhammed Mahbub ile
Çağırayım Mevlâm Seni

Yunus okur diller ile
Hakk'ı seven kullar ile
Ol Fahri bilenler ile
Çağırayım Mevlâm Seni

Çarşamba, Ekim 05, 2005

Çok Özlemiştik Seni, Ey Ramazan!

Her gecesi bir kandil hükmünde olan bu Mübarek Ay'ın hepimiz için hayırlar getirmesini, Korunmuş Kitab'ı anlayışımızı artırmasını, kulluk şuurunu hissettirip Rabbimize yaklaştırmasını gönülden dilerim.

Ramazan oruç ayı, Kur'an ayı.
Gündüzleri sıyâm, geceleri kıyâm.
Oruç, açlık için değil, yakınlaşmak için.
Namaz, yorulmak için değil, yakınlaşmak için.
Kur'an, okumuş olmak için değil, yakınlaşmak için.
Sadaka, harcamış olmak için değil, yakınlaşmak için.

Ramazan'ın önce Kur'an, sonra oruç ayı olduğunu bildiren,
bu mubârek ayı aydınlatan muhteşem ayete bakalım:

2:185 şehru ramadân
Ramazan ayı
ellezî unzile fîhil-qur°ân
ki onda Kur'an indirildi
huden linnâsi vebeyyinâtin
insanlara rehber ve apaçık belgeler olarak
minel-hudâ vel-furqân
yol gösterici ve ayırd edici
femen şehide minkumuş-şehra felyesumh
sizden bu aya erişen, onda oruç tutsun
vemen kâne marîdan ev 'alâ seferin
hasta veya yolculukta olan
fe'iddetun min eyyâmin uhar
(tutamadığı günlerin) sayısınca başka günlerde
yurîdullâhu bikumul-yusra
Allah sizin için kolaylık ister
velâ yurîdu bikumul-'usr
sizin için zorluk istemez
velitukmilul-'iddete velitukebbirullâhe
sayıyı tamamlamanızı ve Allah'ı yüceltmenizi ister
'alâ mâ hedâkum vele'allekum teşkurûn
size yol gösterdiğine karşılık; ola ki şükredersiniz.

Ezberleyip kalbimize nakşetmeye ne dersiniz?
Hemen bugün, Ramazan'ın bereketiyle.

Cuma, Eylül 30, 2005

O Gün Ne Göreceğiz?

izâ zulziletil-ardu zilzâlehâ
yer sarsıldıkça sarsıldığı zaman
veahrecetil-ardu esqâlehâ
yeryüzü ağırlıklarını çıkardığı zaman
veqâlel-insânu mâ lehâ
insanın "buna ne oluyor?" dediği zaman

İlk üç ayet, kıyametin dehşetli sarsıntısını anlatıyor.
Yasin (36:51-54) sûresinde ayrıntıları var.
Burada bahsedilen ağırlıklar, asırlarca yere gömülmüş
cesetler olabilir. O gün yer hepsini çıkartacak.

yevmeizin tuhaddisu ahbârehâ
o gün, yer kendi haberlerini anlatır
bienne rabbeke evhâ lehâ
Rabbinin ona vahyetmesiyle

Yer nasıl konuşur ki? Herşeyi konuşturan Allah bilir. (41:21)
Belki de bu konuşma, televizyonun konuşması gibidir.

yevmeizin yasdurun-nâsu eştâten liyurev a'mâlehum
o gün insanlar işlerinin gösterilmesi için bölük bölük dönerler

Bu en önemli ayet: Sudûr, "dönmek" anlamında.
İnsanlar bölük bölük dönerler, nereye ve ne için?
Rablerine dönerler, tek tek hesaba çekilmek için.
Yaptıkları işlerin kendilerine gösterilmesi için.
Artık sınav bitmiş, kağıtları görüp not alma zamanı.

femen ya'mel misqâle zerretin hayran yerah
kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür
vemen ya'mel misqâle zerretin şerran yerah
kim zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür

Ferdi hesabın ilk bölümü amellerin gösterilmesi.
Sonra bunun değerlendirilmesi gelecek.
Sadece O'nun bildiği niyetlere göre değerlendirme.
Ve gufrân var, bazı kötülüklerin "hiç yokmuş gibi" silinmesi.

Rabbim hesabımızı kolaylaştırsın, imtihanı değil.

Cuma, Eylül 23, 2005

Gerektiği Gibi Sakının

Âl-i 'Imrân suresinde üç ayet var ki, herkesin ezbere bilmesi gerek.

102. yâ eyyuhellezîne âmenû
ey imana ermiş olanlar
ittequllâhe haqqa tuqâtih
Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının
velâ temûtunne illâ veentum muslimûn
ve ancak müslüman olarak can verin

Yani, hep islam ve teslimiyet şuurunda yaşayın.
Ölüm sizi islamın dışında, isyan halinde bulmasın.

104. veltekun minkum ummetun yed'ûne ilel-hayr
sizden bir ümmet (topluluk) olsun ki hayra çağırsın,
veye°murûne bil-ma'rûfi veyenhevne 'anil-munker
doğruyu emretsin, eğriden alıkoysun
veulâike humul-muflihûn
başarıya erişenler onlardır

Hitap iman edenlere olduğu halde, onların içinde felâhı bulan
bir topluluk olmalıymış: hayra çağıran, emri-marûf yapan.
Fakat emri-marûf kendisi emretmek, tahakküm etmek değil.
Yüce Makamın emrini hatırlatıp tavsiye etmek.
Emre uyup uymamak dinleyenin sorumluluğu.

110. kuntum hayra ummetin uhricet linnâsi
siz, insanlar için çıkarılan, hayırlı bir ümmetsiniz,
te°murûne bil-ma'rûfi vetenhevne 'anil-munkeri
doğruyu emreder, eğriden alıkoyar
vetu°minûne billâh
ve Allah'a inanırsınız

O topluluktan olmak ne iyi...

Cuma, Eylül 16, 2005

Dua edin ki...

MadinaEvvelki Cuma günü Medine'de idik. Sabah namazı imsaktan 15 dakika sonra, saat 5 civarında kılınıyor. Camiye akın saat 4 olmadan başlıyor. İki rekat namaz 25 dakika sürdü, normal bir teravih süresi kadar. Secde ve İnsan sureleri okundu, ilk rekat içinde fazladan bir secde ile.

Saat 11'e doğru Cuma namazı için tekrar akın başladı.
Yeşil Kubbe'ye yakın bir yerde oturup bekliyoruz.
12:20'de ilk ezan, 20 dakika sonra ikinci çağrı.

Hutbe başladı:
el-hamdu lillâh
el-hamdu lillâhil-gafûrit-tevvâb

(acaba neden bu isimlerle başladı?)

40:60 veqâle rabbukumud'ûnî estecib lekum
Rabbiniz dedi: "Bana dua edin ki karşılık vereyim"

66:8 tûbû ilallâhi tevbeten nasûhâ
Nasûh tevbe ile Allah'a dönün

30:50 fenzur ilâ âsâri rahmetillâh
Allah'ın rahmetinin eserlerine bak,
keyfe yuhyil-arda ba'de mevtihâ
nasıl canlandırıyor yeri, ölümünden sonra
inne zâlike lemuhyil-mevtâ vehuve 'alâ kulli şeyin qadîr
şüphesiz ki O ölüleri de diriltecektir, O her şeye kadirdir

Ayetler ve hadisler birbirini kovalıyor.
Ayetleri tanıdıkça eski bir arkadaş görmüş gibi seviniyorum:
9:112, 25:70, 9:117, 7:143
Birinci hutbe tekrar 66:8'nin sonuna kadar okunması ile tamamlandı.

İkinci hutbe daha kısa, ama konu aynı. Son ayet de tanıdık:
innallâhe ye-muru bil-'adli vel-ihsâni veîtâi zil-qurbâ
16:90 Allah adaleti, ihsanı ve yakınlara vermeyi emreder

Cuma namazı ise nisbeten kısa: A'lâ ve İhlas sureleri.

Cuma, Eylül 09, 2005

Temizlenmek

Bugün A'lâ suresinden iki ayete dikkatimizi çekmek isterim:

qad efleha men tezekkâ
Temizlenen kimse gerçekten kurtuluşa ermiştir,
vezekeresme rabbihî fesallâ
Rabbinin ismini zikredip, namaz kılan da...
"Temizlenmek" fiiline dikkat etmeli. Nelerden temizlenmeli? Günahlardan, kötü huylardan, zararlı alışkanlıklardan, zulmetmekten -gayrıya ya da kendimize-...

Cuma, Eylül 02, 2005

Gönülden Bağlılıkla

Vitr namazlarında okuyageldiğimiz kunut dualarının anlamını kelime kelime öğrendik.
qanete: ihlasla itaat etmek, devamlılık ve sebatla emirlere uymak
qunût: (Allah'a) itaat, uzun dua anlamına geliyordu.
Peki, kelime olarak qanete Kerim Kitab'ımızda nasıl geçiyor?

hâfizû 'alessalavâti vessalâtil-vustâ
2:238. Namazlara ve orta namaza devam edin,
veqûmû lillâhi qânitîn
qânitîn olarak Allah'ın huzuruna durun.
Bu kökten türetilen qânitîn kelimesi "kullukta ihlasla, tam teslimiyetle, gönülden boyun eğerek sebat gösterenler" anlamında.

Ayrıca, bu kelimenin sadece kendisine kulluk bilinci ihsan edilmiş insanoğlu ile sınırlı olmadığını görüyoruz:
velehu men fissemâvâti vel-ard
30:26. Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur.
kullun lehu qânitûn
Hepsi O'na boyun eğmektedir

Allah-u Teâlâ'nın Hz. Meryem'e hitabını da öğreniyoruz:
yâ meryemuqnutî lirabbiki
3:43. Ey Meryem, Rabbine qânit ol,
vescudî verke'î me'arrâki'în
secdeye kapan ve rukû edenlerle birlikte rukû et.

Cuma, Ağustos 26, 2005

Âlem-i Kevn-u Fesad

Kevn, olmak, yapmak... Fesâd, olan şeyin bozulması...
Âlem-i Kevn-u Fesâd, bir "yap-boz" dünyası...
"Kevn ve fesâd" denilince akla illâ ki Kehf suresi geliyor:

vadrib lehum meselel-hayâtid-dunyâ
Onlara dünya hayatının misalini anlat
kemâin enzelnâhu mines-semâ
Gökten indirdiğimiz su gibi
fahtalata bihî nebâtul-ard
Onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karışır
feasbaha heşîmen tezrûhur-riyâh
Rüzgarın savurduğu çöp kırıntısına döner
vekânallâhu 'alâ kulli şey-in muqtedirâ
Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahiptir

Ah dünya hayatı!
Uğraşır bir ev yaparsınız, deprem alır götürür.
Çabalar bir iş kurarsınız, bir yanlış karar iflas ettirir.
Didinir bir çocuk yetiştirirsiniz, bir serserinin çarptığı
araba ile yılların emeği yok olur.
Bir devlet kurarsınız, barbar güçler her şeyi darmadağın eder.
Her biri rüzgarın savurduğu çöp kırıntısı olur gider.

Bu kelimelerin anlamını Esad Coşan'dan dinleyelim:

Kevn, olmak, yapmak demek;
fesâd, olan şeyin bozulması demek.
Meselâ; çocuk küçük küçük oyuncak parçalarını
bir araya getiriyor, bir ev yapıyor.
Öteki yaramaz çocuk da geliyor, bir vuruyor,
darma dağın dağıtıyor. Yapmak ve bozmak...

Jigsaw

Cuma, Ağustos 19, 2005

Umutsuzluğa Yer Yok

(Camilerde cenaze namazından az önce okunan ayet)

qul yâ 'ibâdiyellezîne esrefû 'alâ enfusihim
39:53 De ki: "Ey nefislerine aşırı giden kullarım,
lâ taqnatû min rahmetillâh
Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin
innallâhe yagfiruz-zunûbe cemî'â
Allah günahların hepsini bağışlar
innehû huvel-gafûrur-rahîm
O, bağışlayandır, merhametlidir."

Umutsuzluğa yer yok, çünkü affedilmeyen günah yok.
O'nun gufranına, rahmetine ne sığmaz ki...
Yeter ki bunun bilincinde olalım.


42:28. vehuvellezî yunezzilul-gayse min ba'di mâ qanatû
Umutsuzluğa düşmelerinin ardından yağmuru indiren O'dur,
veyenşuru rahmetehû, vehuvel-veliyyul-hamîd
rahmetini yayar, O övülmeğe layık olan dosttur.

En umutsuz görünen zamanlarda rahmet yağmuru geliverir.

lâ yes-emul-insânu min du'âil-hayr41:49. İnsan, iyilik istemekten usanmaz
vein messehuş-şerru feyeûsun qanût
bir kötülük gelince meyus olur, umutsuzluğa düşer

Yukarıdaki üç ayette geçen umutsuzluk, qaf-nun-tı kökünden.
Buna benzeyen bir kelime daha var: qaf-nun-te, ince te ile.
"Uzun dua etmek" anlamına, kunut duası o kökten geliyor.

Cuma, Ağustos 12, 2005

Takva Mescidi

Tevbe suresinde mescitler hakkında ilginç ayetler var:

9:18 innemâ ya'muru mesâcid-allâhi
Allah'ın mescitlerini imar edenler sadece
men âmene billâhi vel-yevmil-âhiri
Allah'a ve ahiret gününe inanan,
veaqâmes-salâte veâtez-zekâte velem yahşe illallâh
namaz kılan, zekat veren ve ancak Allah'tan korkanlardır.
fe'asâ ulâike en yekûnû minel-muhtedîn
Ancak onlar doğru yola erenlerden olabilirler.

Aynı surenin sonuna doğru, takva üzerine kurulan Quba mescidi ile, nifak amaçlı yapılan bir mescid kıyaslanıyor. Mescid yapmak gibi bir amel bile, niyeti doğru değilse insana yarar getirmiyor:

107. Zarar vermek, inkar etmek, müminlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak üzere bir mescid kurup: "Biz sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahittir.
108. O mescidde hiç durma! İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescitte bulunman daha uygundur. Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak isteyenleri sever.
109. Yapısını, Allah'tan sakınmak ve Onun hoşnutluğuna ermek için yapan kimse mi daha hayırlıdır; yoksa, yapısını kayacak bir yar kıyısına yapıp da onunla beraber cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden kimselere doğru yolu göstermez.
110. Yaptıkları bina, kalplerinde şüphe ve ızdırap kaynağı olmakta kalpleri paralanana kadar devam edecektir. Allah bilendir, hakimdir.

Burada söz konusu olan mescid, rasûlullah (salat ve selam ona) tarafından yıktırılmış. Niyetlerimiz düzgün olsun.

Cuma, Ağustos 05, 2005

Vesvesenin İlacı

Vesvese, kuruntu, aslı olmayan ihtimaller...

İnsan aklını bazan olmamış şeylere takar. "Ya şöyle olursa" diye kendini bitirir. Bazan da geçmiş olayların açıklamasını kendi kuruntuları üstüne inşa eder. "Muhakkak böyledir" diye perişan olur.

Her ikisi de insana zarardır.
Her ikisi de ilişkilere zarardır.
İlacı da çok basittir:

qul e'ûzu birabbin-nâs
melikin-nâs
ilâhin-nâs
min şerril-vesvâsil-hannâs

O Rabbimdir, Melikimdir, İlâhımdır
Vesveseden O'na sığınırım

Acaba "vesvese" kelimesi nasıl ve nerede geçiyor?
Korunmuş Kitabımızda dört yerde buldum:

20:120. Ama şeytan ona vesvese verip:
"Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi? dedi.

Bu ayette ve benzeri 7:20'de şeytan vesvese fısıldıyor.

50:16. And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine
fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız.

Burada ise doğrudan nefis fısıldıyor.

Daha önce bahsedilen Nas suresinde dışımızdaki
vesveseciler söz konusu: cin ve insan

Öte yandan Allah-u Teâlâ'yı anmak ile vesvese ışık ile karanlık, gece ile gündüz gibi birbirini kovalayıp durmakta... Biri varsa, diğeri yok.

Vehim ile vesvesenin farkı nedir?

vehm, evhâm: aldatıcı hayal
mevhûm: evham ürünü [mefhûm: anlam, kavram]
ithâm: suçlama ittihâm: suçlanma

Yani vehimde sadece aldanma var, gerçeğin ihtimali bile yok.
Vesvesede ise uzak bir ihtimal var, bir de bunu fısıldayan var:
Nefis, şeytan, kötü arkadaş, media, vb.

Cuma, Temmuz 29, 2005

İçler Dış Olsa

Eyyub Nebi'nin meşhur duası:
veeyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed-durru
21:83 Eyyub da: "başıma bir bela geldi" diye Rabbine nida etmişti
veente erhamur-râhimîn
"merhametlilerin merhametlisi Sen'sin"

iz: olduğu zaman nâdâ: nida etti ennî: ben (tekidli)
messe: dokundu, temas etti messeniy: bana dokundu
durr: zarar, dert, bela

İkinci Lem'a şöyle başlıyor:
Sabır kahramanı Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm'ın şu münâcâtı, hem mücerreb, hem te'sirlidir. Fakat âyetten iktibas suretinde bizler münâcâtımızda "rabbi innî messeniyed-durru veente erhamur-râhimîn" demeliyiz.

münâcât: necat duası, yalvarış
mücerreb: tecrübe edilmiş, denenmiş
[ennî ve innî aynı anlamda, ilk kelimede fazladan bağlaç olan en var]

vezkur 'abdenâ eyyûbe iz nâdâ rabbehû
38:41 kulumuz Eyyub'u da an, Rabbine nida etmişti:
ennî messeniyeş-şeytânu binusbin ve'azâb
"Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi"
urkud biriclike hâzâ mugteselun bâridun veşerâb
38:42 ayağını yere vur, işte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su

vezkur: an, hatırla 'abdenâ: kulumuz
nusb: yorgunluk, dert 'azâb: azap, eziyet
urkud: vur ricl: ayak biriclike: ayağınla
mugtesel: yıkanacak bârid: serin şerâb: içilecek

Olay çok açık: bir kişinin başına musibetler yağıyor, o sabrediyor.
Ayak sebep oluyor, su geliyor; su sebep oluyor, hastalık gidiyor.
Bakalım hikmet çeşmelerimiz ne ders veriyor:

"Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm'ın zahirî yara hastalıklarının mukabili bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz... O münacat-ı Eyyübiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız."
(İkinci Lem'a)

Mevlânâ, hayatı günah içinde geçmiş bir çalgıcının pişmanlıkla tevbesini anlatıyor. Tevbenin etkisini bal denizine, onu da Eyyub Nebi'nin şifalı suyuna benzetiyor:

murg-i âbî garq-i deryâ-yî 'asel
ayn-i eyyûbî şerâb-î mugtesel
(Mesnevi I/2096)

murg: kuş âb: su murg-i âb: su kuşu, ördek 'asel: bal

(çalgıcı) bal denizine gark olmuş ördek (gibi)
aynı Eyyub'un yıkanacak ve içilecek (suyu gibi)

Perşembe, Temmuz 21, 2005

Şeksiz Şüphesiz

"yaqîn" şüpheden uzak kesin bilgi anlamına geliyor.
Hüdhüd'ün Süleyman'a söylediği sözde bu anlam var:

27:22 ... veci-tuke min sebein binebein yaqîn
Sana Sebe'den kesin bir haber getirdim.

Şüpheden uzak kesin bilginin üç seviyesi var:

102:5 kellâ lev ta'lemûne 'ilmel-yaqîn
Hayır, keşke kesin olarak bir bilseniz!

102:7 summe leteravunnehâ 'aynel-yaqîn
Sonra onu (Cehennemi) kesin olarak göreceksiniz.

56:95 inne hâzâ lehuve haqqul-yaqîn
Doğrusu kesin gerçek budur.

69:51 veinnehû lehaqqul-yaqîn
O (Kuran) şüphesiz kesin gerçektir.

Bu seviyeleri anlatmak için ateş benzetmesi çok uygun düşer.
ilmel-yakîn: duman görüp ateşin varlığını bilmek
aynel-yakîn: ateşi yakından görmek
hakkal-yakîn: ateşe parmağını değdirmek

Hemen her bilgi türüne uygulanabilir. İslami bilgileri örnek alalım.
ilmel-yakîn: bir şarkiyatçı titizliği ile İslam'ı bilmek
aynel-yakîn: salih bir kişinin iyi amellerinde İslam'ı görmek
hakkal-yakîn: İslam'ı bizzat yaşamak

Kuran'da yakîn kelimesinin bir anlamı daha var: Ölüm.
Şu dünyadaki kaçınılmaz, değiştirilmez tek kesin gerçek.

15:99 va'bud rabbeke hattâ ye-tiyekel-yaqîn
Yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk et.

74:47 hattâ etânel-yaqîn
"Yakîn bize (o haldeyken) geldi."

Cuma, Temmuz 15, 2005

Allah'ın günlerini ummayanlar

Casiye suresinin 14 ve 15. ayetlerinde Rabbimiz şöyle diyor:

qul lillezîne âmenû
iman edenlere de ki

yagfirû lillezîne lâ yercûne eyyâmallâh(i)
Allah'ın günlerini(n geleceğini) ummayanları bağışlasınlar

liyecziye qavmen bimâ kânû yeksibûn
bir milletin yaptıklarına (Allah'ın) karşılık vereceği (günler)

men 'amile sâlihan felinefsih(î)
kim yararlı iş işlerse kendi lehinedir

vemen esâe fe'aleyhâ
kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir

summe ilâ rabbikum turca'ûn
s
onra Rabbinize döndürülürsünüz

Ayetler yorum gerektirmiyor, çok açık.
Yalnız dikkat edin, kafirler, zalimler demiyor da
"Allah'ın günlerini ummayanlar" diyor.

Cuma, Temmuz 01, 2005

Doğru Söz

Durup Ahzâb suresi 70-71. ayetlere bakalım. Sözün doğruluğunun önemini düşünelim. Allah'tan sakınıp, doğru sözlü oluşun sonucuna kulak verelim.

yâ eyyuhellezîne âmenuttequllâhe
70. Ey iman edenler, Allah'tan sakının
veqûlû qavlen sedîdâ
ve doğru söz söyleyin

yuslih lekum a'mâlekum veyagfirlekum zunûbekum
71. ki, (Allah) işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın
vemen yuti'illâhe verasûlehu
Kim Allah'a ve Rasulune itaat ederse
feqad fâze fevzen 'azîmâ
gerçekten büyük bir başarıya ermiş olur

Rabbimiz bizi doğru sözlülerden eylesin. İşlerimizi düzeltsin -ki, zaten işleri hep sarpa sardıran şey yalan değil midir-. Bizi bağışlasın. Nihayetinde de gerçek başarıya erdirdiği kullarından eylesin.

Cuma, Haziran 24, 2005

Tamah Ama Nasıl?

Türkçe "tamah" kelimesine çok olumsuz bir anlam yüklenmiş: aç gözlülük, doymazlık. (İng. greed) Kelimenin aslı Arapça "tama'a" fiili: hırsla, ümitle istemek. Kuran'da 12 kere geçen bu kelime çoğu zaman olumlu bir istek belirtiyor. Dört yerde "korku" ile kullanılmış:

7:56. Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.
Allah'a korkarak ve umutla yalvarın
.
Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara yakındır.

13:12. Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren,
yağmurla yüklü bulutları meydana getiren O'dur.

30:24. Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten
su indirip ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi O'nun varlığının
belgelerindendir. Bunlarda, düşünen millet için dersler vardır.

Son inci Secde suresindeki secde ayetinden hemen sonra:

tetecâfâ cunûbuhum 'anil-medâci'i
32:16. vücutları yataklardan uzak durur

yed'ûne rabbehum havfen vetama'an
korkarak ve umarak Rablerine yalvarırlar

vemimmâ razaqnâhum yunfiqûn
verdiğimiz rızıklardan (başkaları için) harcarlar

Çarşamba, Haziran 22, 2005

Yâsîn'de "mubîn"

Hidayete giden yollar çok açık. Kur'an çok açık. Risalet çok açık.
Hâlâ nasıl kulaklarımızı tıkarız, bilmem ki?
YasinYâsîn deriz önce, sonra "imâmin mubîn", yani apaçık kaydedilişe buyrulur:
12. Hiç şüphesiz ölüleri (sadece) biz diriltiriz! Önden gönderdikleri şeyleri ve (bıraktıkları iyi veya kötü bütün) eserleri yazarız. (Zaten biz) her şeyi apaçık bir kütük'de say(ıp zaptet)mişizdir.

Sonra, apaçık tebliğ: "belâgul-mubîn"
16-17. (Elçiler) dediler ki: "Rabbimiz biliyor ki hakîkaten biz, size gönderilmiş elçileriz. Üzerimizdeki (vazîfe), açıkça tebliğden başkası değildir."

Hâl böyleyken hâlâ ilahlar edinmek nasıl da apaçık bir şaşkınlıktır: "dalâlin mubîn":
23-24. Ben, O'ndan başka ilahlar edinir miyim? Eğer çok esirgeyen (Allah) bana bir zarar vermek dilerse, onların (o putların) şefaati bana hiç bir fayda vermez ve beni kurtaramazlar. Şüphesiz (böyle yaparsam o zaman) ben, apaçık bir şaşkınlık ve ziyan içinde olurum.

Eğri gözler doğru görse şaşmalı. Hele de o eğri gözlerin ceplerine dokunacak işler olursa:
47. Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden (Allah rızası için fakirlere) harcayın" denildiği zaman küfre sapanlar, inananlara, "Allah'ın dilediği taktirde yedireceği kimseye biz mi yedirecekmişiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık üzeresiniz" dediler.

Ve apaçık düşman bellidir: "âduvvun mubîn".
İşte, en büyük müflis, başka müflis aramaya ne hâcet:
60-61. Ey Âdemoğulları! Ben size "Şeytana kulluk etmeyin/tapmayın, çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır. Bana kulluk edin, işte doğru yol budur" diye bildirmedim mi?

Hamd O'na ki, Kitabımız da apaçıktır. Akleden kalplere, çağlayan gözlere, haşyet duyan gönüllere: " qurânun mubîn"
69. Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik, (bu) ona yakışmaz da. O(nun getirdiği) bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dan başkası değildir.

İnsan nasıl da yaratılışına bakmaz, haddi aşar, kibre düşer, hasım kesilir ve kendine yazık eder: "hasîmun mubîn"
77. İnsan, bizim kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi o apaçık hasım kesildi.

Peki, apaçık yollar dururken, nasıl apaçık düşmanın eline düşer de apaçık hasım kesilir?
Tamah. İnsanın tamah etmesi... Neye mi? Dünya namına ne diyorsa, ona... Dünya namına neye değer veriyorsa, ona... Bu ister bir çöp parçası olsun, veyahut da taş... Ya bir kağıt parçası, ya da bir insan, hani onu O'ndan uzaklaştıran... Ya da bizzat kendisi... Kendi arzu ve istekleri... Velhâsıl dünya işte... Mâsiva...

Rabbimiz bizi ham tamahtan korusun, dilerim.
Bizi Yolundan hiç ayırmasın.

Cuma, Haziran 17, 2005

İmtihan

Hayatın imtihan olduğunu sözde kabullenmek zor değil de, fiilde kendi istediklerimizin olmaması ağır gelir. Sınavdaki öğrencinin soruları beğenmemesi gibi. "Öbür bülümü iyi çalışmıştım, bu konudan sordu!"

İmtihan dedik ya, çalışmak bizden, denemek O'ndan.

elif, lâm, mîm
ehasiben-nâsu ey-yutrekû ey-yaqûlû âmennâ vehum lâ yuftenûn
veleqad fetennellezîne min qablihim
feleya'lemennallâhullezîne sadaqû veleya'lemennel-kâzibîn

29:1-3. Elif, Lam, Mim.
İnsanlar, "inandık" deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar?
Biz kendilerinden öncekileri de denemiştik.
Allah elbette doğru söyleyenleri de, yalancıları da ortaya çıkaracaktır.

Cuma, Haziran 10, 2005

Ekmek ve can

fel-yenzuril-insânu ilâ ta'âmih
80:24 İnsan, yiyeceğine bir baksın
ennâ sabebnel-mâe sabbâ
Doğrusu suyu bol bol indiririz
summe şaqaqnel-arda şaqqâ
Sonra yeryüzünü iyice yarar,
feembetnâ fîhâ habbâ
orada taneli ekin bitiririz

Bir lokma ekmeğin hikayesi böyle başlıyor:

cansız su gökten indiriliyor
cansız toprak çatlatılıyor
cansız hava ve cansız güneş ile
canlı buğday bitkisi bitiriliyor
bir tohum 700 tane veriyor

bu canlıyı kesip öldürüyoruz
tanelerini ayırıp eziyoruz
cansız un oluyor, toz gibi ufalanıyor
cansız suyla karıştırıp maya ekleyince
canlı hamur kabarıyor

onu da fırına atıp öldürüyoruz
kabuğu kızarmış, içi yumuşak
cansız ekmek bize can katıyor


yuhricul-hayye minel-meyyit
ayetinin tecellisi olarak
cansızdan can çıkartılıyor.

Cuma, Haziran 03, 2005

Yetmez miydin, Sen Ey Ölüm!

kellâ bel tuhibbûnel-'âcile
Hayır! Hayır! Siz âcil olanı seviyorsunuz
vetezerûnel-âhire
ve ahireti (sonra geleni) bırakıyorsunuz
Öyle... Maalesef öyle... Peşin olanın peşindeyiz. Yakın olanı seviyoruz. Şimdiyi istiyoruz. Burada ve hemen olsun, diliyoruz. Nefs ısrarcı, şeytan aldatıcı, dünyaysa pek cazip. Halbuki,
"Göz odur dağın ardını göre
Akıl odur başa geleceği bile"
Hep çok zamanımız var, sanıyoruz. "Şimdi önümüzdeki lezzetleri kaçırmayalım, sonra iyilerden oluruz", umuyoruz. Yıllar geçiyor, ömür bitiyor, "Hiç yaşamamış gibiyim!", diyoruz. Varışımız, durağımız, yurdumuz ancak ahiret, buraya bir uğradık geçiyoruz, unutuyoruz. Ancak bir yolcuyuz, oyalanıyoruz. Sahi, ne çok yanılıyoruz.
Dünya ise aslında karanlık bir gece... Herşeyin örtüldüğü, kimsenin kimseyi hakkıyla bilemediği, niyetlerin açık edilemediği bir yer. Gün, o gün doğacak, bekliyoruz. Yarın rûz-ı mahşer, içlerin dış olduğu, hâllerin yüzlerden okunduğu dehşetli bir gün olacak, biliyoruz:

vucûhun yevmeizin nâdire
ilâ rabbihâ nâzire
vevucûhun yevmeizin bâsire
tazunnu en yuf'ale bihâ fâqire

Nice yüzler vardır ki, o gün parlaktır.
Rablerine bakarlar.
Nice yüzler de vardır ki, o gün asıktır.
Bel kıran bir felâkete uğrayacaklarını anlarlar.
Halbuki, yetmez miydin, sen ey ölüm, nasihat olarak? Yetmez miydin?
kellâ izâ belagatit-teraqiy
ve qîle men râq
vezanne ennehul-firâq
vel-teffetis-sâqu bissâq
ilâ rabbike yevmeizinil-mesâq

Dikkat edin (can) köprücük kemiklerine dayandığı zaman,
"Var mı çare bulacak?" denilir.
Artık (can çekişen), hakîkaten bir ayrılış olduğunu sezer,
Bacak bacağa (can havliyle) dolaşır.
O gün sevk ancak Rabbinedir.
Yunus ne güzel bilmiş:
"Giderimiş bunda gelen, dünya işi cümle yalan
Ağlar ömrün yavı kılan, âh nideyim ömrüm seni"
(Ayet-i kerimeler, Kıyâme suresi 75:20-30)

Perşembe, Haziran 02, 2005

Yalancının Söylediği Doğru Söz

Tuhaf bir bir bilmece:
öyle bir doğru söz bulun ki,
söyleyen yalancı olsun

Yani söz doğru, söyleyen yalancı.
Kitabımızda ilginç bir örneği var.

63:1 izâ câekel-munâfiqûne qâlû
münâfıklar sana geldiğinde şöyle derler:
neşhedu inneke lerasûlullâhi
"Şehadet ederiz ki, sen elbette Allah'ın elçisisin"

Söz doğru, Allah biliyor, biz de şâhidiz:
vallâhu ya'lemu inneke lerasûluhû
Allah biliyor ki, sen elbette O'nun elçisisin

Ancak söyleyen yalancı, biz bilmeyiz, Allah şâhit:
vallâhu yeşhedu innel-munâfiqîne lekâzibûn
Allah şehadet eder ki, o münafıklar hiç şüphesiz yalancıdırlar.

Demek ki, özü de sözü de bir olan o elçi (salât ve selam ona) hakkında, bir yalancının dili bile yalan söylemesine izin vermiyor, doğruluğuna şahit oluyordu.

Cuma, Mayıs 27, 2005

Esmanın Tecellisi

Hz İbrahim'in içli bir duası, gönülden yakarışı:

... illâ rabbel-'âlemîn
ellezî halaqanî fehuve yehdîn
vellezî huve yut'imunî veyesqîn
veizâ maridtu fehuve yeşfîn
vellezî yumîtunî summe yuhyîn
vellezî atma'u ey-yagfira lî hatîetî yevmed-dîn
rabbi heb lî hukmen veelhiqnî bis-sâlihîn

Önce seslerin etkisine bakın. Bu parçayı yüksek sesle
kendinize okuyun, nasıl etkili olduğunu göreceksiniz.
Söylemek dinlemekten çok daha etkili.
Sonra anlamına bakın, ne kadar sade ve güçlü.

26:77-83 ... ancak alemlerin Rabbi:
Beni yaratan, doğru yola eriştiren O
Beni yediren de, içiren de O
Hasta olduğumda şifa veren O
Beni öldürecek, sonra da diriltecek O
Ahiret gününde hatalarımı bağışlamasını umduğum O
Rabbim, bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.

Esmanın tecellisi böylece dile getirilmiş:

yokluk gerekiyor Hâliq ismi için
dalâlet gerekiyor Hâdi ismi için
açlık gerekiyor Rezzâq ismi için
hastalık gerekiyor Şâfi ismi için
ölüm gerekiyor Muhyi ismi için
hata gerekiyor Gaffâr ismi için
ahiret gerekiyor Âdil ismi için
dua gerekiyor kulluk etmek için

Cuma, Mayıs 20, 2005

Rahman'a Yaklaştırılanlar

Mutaffifîn suresi hakkaniyet duygusundan yoksun, bencil, tüm çifte standartçıların "vay hâline" diye başlamıştı. Okuduk ve üzerine düşündük. Rabbim bizi esirgesin, basîret ve ferâset versin.

Ardından surede, Allah'ın âyetlerine "esâtîrul-evvelîn" diyen, kalpleri pas bağlamış, ebedî rahmetten mahrum, haddi aşan nankörlere seslenilir.

Sonrasında ise sıra iyilere ve Rahman'a yaklaştırılanlara gelir. Onlar ki;
83:22. innel-ebrâra lefî na'îm
şüphesiz ebrâr (iyiler) naîm (bol nimet) içindeler
23. 'alel-erâiki yenzurûn
tahtlar üzerinde etrafı seyrederler
24. ta'rifu fî vucûhihim nadraten-na'îm
yüzlerinde o cennetin pırıltısını tanırsın
25. yusqavne min rahîqin mahtûm
onlara mühürlü hâlis rahîkten içirilir

Rahîk için "saf şarap, en eskisi, en hoşu" da denilmiş. Sâffât Sûresi'nde de bahsi geçen, neşesi ve lezzeti çok olan, sersemlik ve baş ağrıtma özelliği olmayan, içenlere lezzet veren içecek olarak tefsir edilmiş (37:46-47).

Bakalım, ebrârın bu içeceği nasılmış, onun için ne yapılırmış:
26. hitâmuhu misk
sonu misktir

Öyle güzel bir içecek ki, sonu tortu değil, misk. Tıpkı içenlerde keder ve sıkıntı değil, ancak sürûr ve neşe bıraktığı gibi.

vefî zâlike fel-yetenâfesil-mutenâfisûn
o halde yarışanlar bunun için yarışsın

Münâfese, başkasında görülen bir olgunluğa imrenip güzel şeylerde yarışmak demek. Haset gibi değil. Çünkü haset eden kemâle düşmandır ve karşısındakinin zarar görmesini, nimetinin yok olmasını ister. Buradaki yarışçı ise olgunluğa âşık, karşısındakinin daha da ileri gitmesini istiyor. Bizâtihî güzeliklere erişilmesi onu memnun ediyor.

27. vemizâcuhu min tesnîm
onun karışımı tesnîmdendir
28 'aynen yeşrabu bihel-muqarrebûn
o bir kaynaktır ki, ondan yakın kılınanlar (muqarrebûn) içerler

Demek "tesnîm", iyilerin rahîq içeceğine katılacak olan ama öte yandan da Allah'a yaklaştırılmış kulların katıksız içeceği cennet içkisi olacak.
Ne hoş... Rabbim bizi Tesnîm pınarına kavuşanlardan eylesin.