Kuran'ın i'câzı (mucizeli olması, acze düşürmesi) tarihsel bir gerçektir. "Bu Allah kelâmı değil" diyenlere Konuşan bizzat meydan okumuş, "Haydi, bir benzerini yapın" demiştir.
em yaqûlûnefterâh
11:13 "Onu uydurdu" mu diyorlar?
qul fe-tû bi'aşri suverin mislihî muftereyâtin
De ki: "onun surelerine benzer uydurma on sure getirin"
ved'û menistata'tum min dûnillahi in kuntum sâdiqîn
"Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın, doğru sözlü iseniz"
Mantık çok açık ve çok güçlü:
Ya bunun Allah kelâmı olduğunu kabullenip gereğini yapacaksınız, ya da bu sözü taşıyan nebiyi yalancılıkla itham edeceksiniz.
İkisinin ortasında başka bir yol yok.
Hud suresindeki bu ayet, işi üç yönden kolaylaştırıyor:
* Bütün bir kitap olmasın da on sure olsun
* Hakikat olmasın da uydurma şeyler anlatılsın
* Ümmi bir kişi değil de âlimler komisyonu yazsın
Sonuç: Kuran'ın karşıtları âciz kalmış, bu işi kimse başaramamış. "Bu Allah kelâmı değil" diyenler yalancı duruma düşmüş.
vein kuntum fî raybin mimmâ nezzelnâ 'alâ 'abdinâ
2:23 Kulumuza indirdiğimizden (Kuran'dan) şüphe ediyorsanız
fe-tû bisûretin min mislihî
siz de onun benzeri bir sure getirin
ved'û şuhedâekum min dûnillahi in kuntum sâdiqîn
Allah'tan başka güvendiklerinizi de çağırın, doğru sözlü iseniz
Mekke'de başlamış olan i'câz cevapsız kalınca, Medine'de şartlar bir daha hafifletiliyor, benzeri bir tek sure yeterli artık. Ama sonuç aynı. 1400 senedir Kuran'a benzer bir söz söylenemediğine göre, mantık o nebinin (salât ve selâm ona) doğru haber verdiğini kabul etmek zorunda kalıyor.
On Dokuzuncu Mektupta bu i'câz çok güzel ifade edilmiş:
"Şu Kur'ân'ın, Muhammedü'l-Emin gibi
bir ümmîden nazîrini yapınız ve gösteriniz.
Haydi, bunu yapamıyorsunuz;
o zat ümmî olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun.
Haydi, bunu da getiremiyorsunuz;
birtek zât olmasın. Bütün âlimleriniz, beliğleriniz
toplansın, birbirine yardım etsin. Hattâ güvendiğiniz
âliheleriniz size yardım etsin.
Haydi, bunu da yapamayacaksınız; eskiden yazılmış beliğ
eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma
çağırıp Kur'ân'ın nazîrini gösteriniz, yapınız.
Haydi, Kur'ân'ın mecmuuna olmasın da,
yalnız on sûresinin nazîrini getiriniz.
Haydi, on sûresine mukabil, hakikî, doğru olarak
bir nazîre getiremiyorsunuz. Haydi, hikâyelerden,
asılsız kıssalardan terkip ediniz, yalnız nazmına
ve belâgatine nazîre olsun getiriniz.
Haydi, bunu da yapamıyorsunuz;
birtek sûresinin nazîrini getiriniz.
Haydi, sûre uzun olmasın;
kısa bir sûre olsun, nazîrini getiriniz.
Yoksa din, can, mal, iyalleriniz, dünyada da,
âhirette de tehlikeye düşecektir."
...
"Muâraza-i bil-hurûf mümkün olmadı,
muhârebe-i bis-suyûfa mecbur oldular."
Yani, sözle karşı koyamayınca, kılıçla savaşmak zorunda kaldılar. Benzerini yapmak mümkün olsa, mallarını canlarını yok yere tehlikeye atarlar mıydı?