Pazar, Mart 06, 2005

O'ndan kuluna, kulundan O'na

Enfal suresinin bir ayetinde icâbet ters yönde çalışıyor:
Dua ederken biz çağırıyoruz, O karşılık veriyor.
Bize can veren emirlerde O çağırıyor,
bizden icâbet istiyor, ne güzel bir ilişki...

Rabbimiz buyuruyor:

yâ eyyuhellezîne âmenû
8:24 Ey iman edenler
istecîbû lillâhi velir-resûli
Allah'a ve elçiye karşılık verin (icâbet edin)
izâ da'âkum limâ yuhyîkum
size can veren şeye çağırdıkları zaman
va'lemû ennellâhe yahûlu beynel-mer-i veqalbihî
bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer
veennehû ileyhi tuhşerûn
ve O(nun katı)nda toplanacaksınız

Bu ayet-i kerime karşımıza üç durak çıkarıyor. Birincisi ilk çağrıda: "Ey iman edenler, Allah'a ve elçiye icâbet edin, size can veren şeye çağırdıkları zaman"

Şunu akıldan hiç çıkarmamalı: İnsan çok kıymetli. Elbette ki, âlemde ne varsa O'ndan izler taşır, O'na ayna olur ama tüm varlıkların en değerlisi insandır. İnsan aynaların en parlağıdır. O'ndan en çok sıfatla tezyin edilmiş olandır. O'na kulluğunu bilenler gökkuşağındaki su zerreleri misâli rengarenk ışıklar yansıtır. Bir başımızı kaldırsak da görsek, aslında ortalık ışıl ışıl... Çünkü insan, en güzel yaratılışla yaratılmıştır. Çünkü O, kuluna Ruh'undan üflemiştir.

Aynı zamanda insana, emaneti yüklenip, uzakların en uzağına gitmesi de yazılmıştır. Beden kalıbına sokulmuştur. İnsan, bu hâliyle teslim olmayı bilir ve dahi olması gerektiği gibi dosdoğru olur ise Rabbimiz onu mükafatlandırdıkça mükafalandırır. Kalbine itminan indirir. Onu razı olmuş ve razı olunmuş kılar. Kendisine yaklaştırır. Cemâlullahı bahşeder.

İnsanın yaratılışı ve ona bahşedilenler onun taşıdığı potansiyel kıymeti ve bundan dolayı izzet sahibi olması gerektiğini zaten ziyadesiyle söyler. Ama Rabbimiz bu ikramlarını iki lütfuyla daha pekiştirir. Birincisi, Rabb-ul âlemîn'in "Vedûd" ism-i şerifidir. O seven ve dahi sevilendir. Sevgi iki yönlü işler. İkincisini de bu âyetle öğreniriz: İcabet etmek.

2:186 Kullarım sana beni soracak olurlarsa bilsinler ki, ben, şüphesiz onlara çok yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. O halde onlar da bana icabet etsinler ve bana iman etsinler. Tâ ki, bu sayede doğru yola ulaşmış olsunlar.

İcabet de demek sevgi gibi... O kulunun duasına, kulu O'nun davetine karşılık verir.

Ey Rabbimiz, bu ne büyük lütuftur. Bu ne sonsuz rahmettir. Biz aciz, bîçare, zayıf kullarken, biz ancak Sana muhtaçken bu ne sonsuz bir bağıştır. Biz Senin davetine icabet eder can buluruz, kurtuluşa ereriz. Sen bizim duamıza icabet eder, bize can verir, kurtuluşa erdirirsin.

Hamd Sana.

Elbette bu muhatap oluşun bir yönü daha vardır. O'nun çağrısına icabet etmemek ne büyük nankörlüktür. Nasıl bir kendini bilmezliktir. Nasıl bir göz kapayıştır. Hem O'nun ve Rasul'unun çağrısı ancak bize hayat verirken. İnsanı esas öldüren, nefesinin tükenmesi, kalbinin durması değil ancak O'nun yolundan sırt çevirmesi olur iken.

Ey Rabbimiz, kalplerimizi canlandıran Sensin. Bize can ver. Bizi ışığınla aydınlat. Işıklarımızı söndürme. Üzerimize mehtap gibi doğan o Rasulun ışığı da, zerre zerre kulların renklere ayırdığı ışık da, güle can veren ışık da, hepsi Senden.

Lâ muhyiye illâ hû!
Lâ nûre illâ hû!
Lâ ilâhe illâ hû!


Gelelim, âyet-i kerimedeki ikinci adıma. En can alıcı kısma:
"Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer"

Biliriz ki, kalp imanın yeri. Rabbimiz yerlere göklere sığmaz da, mümin olan kulun kalbine sığar.

İşte tam da bu yüzden gönüller temiz tutulmalıdır:
Sür çıkar ağyârı dilden, tâ tecelli ede Hak
Padişah konmaz saraya, hâne mâmur olmadan


Ama burada biraz farklı: "Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer". Demek, artık bunu da bilmeliyiz.

Bu cümlede vasfedilen hâl iki şekilde anlaşılabilir. İlkin, bizatihi kalbin ünsiyet kurma özelliğinden yola çıkmalı... O'nun esmâını gösteren aynalar çoktur. İnsanın kalbi hayran olur. Sever. Bağlanır. Ancak biliriz ki, insanlar imtihan edilmeden, "inandık" demeleriyle bırakılmazlar. Zaten tüm imtihanlarımız kalbimizin yönelişlerinden olmaz mı? Sağlık isteriz, varlık isteriz. Yalnız kalmamak dileriz, evlad-u iyâl olsun, deriz. Devlet isteriz, güç isteriz. İlim öğrenmek, hizmet etmek, hayra koşmak arzumuz olur. Ama istisnâsız hepsi bize imtihanlarla döner. Herşeyi dört dörtlük giden varsa eğer, onun imtihanı da şükrünün edasıyla olur. Başlı başına şükür sınavı kolay sınav mıdır? İşte, kalbinin bağlarıyla kişinin arasına Allah-u Teala imtihanlar koyarak girer ki, kişi o aynalara değil O'na bağlansın. İstikametini doğru tutsun.

İkinci olarak şunu da hatırlamalı. Âyet-i kerîme "Ey iman edenler" diye başlıyor, iman edenlere hitap ediyor. İmanı kalbine yerleşen insanlar için her yöneliş aslında O'nadır. Herşey Allah'ı hatırlatır. Allah için sever. Allah için buğzeder. Allah'ın aziz kıldığını yüceltir, O'nun zelil kıldığını aşağı bilir. Hayattaki duruşunda mihenk taşı bellidir: O'nun rızası. Kalbi hep böyle bir kontrol altındadır. O hep kalbiyle kişi arasındadır.

Rabbim kalbimizi kendisine yönelenlerden eylesin. Her işimizde kalbini hak üzere sabitleyenlerden kılsın. Bizi sevsin.

Velhâsıl, bu pek kerîm âyet, bize can veren çağrıya icabet davetiyle başladı. Bize izzetimizi hatırlattı. Bize kalbimizi gösterdi. Kalbimizdeki sevgileri tarttırdı. Ve bitti: "Ve O(nun katı)nda toplanacaksınız"

İnsan ve hayat ancak ebedî sonla anlamını buluyor. Özlediğimiz kavuşmalar hep orada.. Bu dünya imtihanından yüzünün akıyla çıkanlar için artık orada hiçbir keder ve dert yok.

O zaman O'na yönelip dua edelim. Çünkü,
40:60 Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin, size karşılık vereyim.

Rabbimiz! Bizi, bize can veren çağrına kulak verenlerden eyle!
Bizi bir an olsun nefsin ve şeytanın aldatıcı tuzaklarına düşürme!
Kalbimizi düzelt! En güzel sevgilerle kalbimizi doldur!
Kusur ve hatalarımızı bağışla!
Sana kavuşma günümüzü en mutlu günümüz kıl!
Katında toplandığımız hesap gününde hesapsız cennetine eriştir!
Âmin.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home