Derler ki, kulların nefesleri adedince O'na yol gider. Hakikat ki, öyledir. Değilse, Rabbimiz kullarını bu kadar çeşitli yaratmaz, onları bu denli farklı karakter ve yetilerle donatmaz, üstüne üstlük her birini her dem hâllerden hâllere geçirmezdi. Hedef ise tek... Çünkü hakikat tek...
İnsan hayatı boyunca O'na giden yollar üzere olup, rehberini de Korunmuş Kitap bildi mi, ona ne mutludur. Yönelişi bir ömür bitmeyecek bir yolculuk olur. O yolda perde perde ilerler. Anlayış seviyesi yükseldikçe bir basamak ötedeki bir başka perdenin önünde bekleşenler arasına karışır. Rehber Kitabı'nın kendisi bile sanki insana bu nihayetsiz yolculuk duygusundan bir cüz sunar. Her okuyuşu akleden kalbine bambaşka anlam kapıları açar. Gün olur, ayetleri adeta ilk kez okuyormuş hissini duyar. An olur, bir ayet sanki kalbine yeni iner. Kul O'na gider. O'na kul Kur'an'la gider. Kul Kur'an'da gider. Kur'an'da kul O'na gider.
Bize de yollardan bir yol olsun diye, Rabbimiz Kitap'ta İbrahim'in yürüyüşünü safha safha bildirir. O güzel nebiye selam olsun.
İbrahim temiz fıtratı, berrak zihni ve sağduyulu kalbi ile daha çocukken babası Azer'i sorgular:
etettahizu asnâmen âliheten
Sen putları ilah mı ediniyorsun?
Maalesef ki, insanlar soyut ya da somut, büyük ya da küçük nice şeylerden ilah edinegelmişler. Kendi güçlerini putları üstünden sağlamak, insanlara putları aracılığıyla hükmetmek, putlarına tapmayanları şiddetle dışlamak hiçbir çağa ya da kavme yabancı duygular değil.
Halbuki İbrahim için çok açıktır. Der:
innî erâke vekavmeke fî dalâlin mubîn
Doğrusu ben, seni ve halkını apaçık bir dalâlet içinde görüyorum.
İbrahim yola çoktan çıkmıştır. Gözleri yerde ve gökteki Rabbimizin muhteşem hükümranlığına çevrilir. Zaten evrendeki tüm varlıklar gören gözlere birer yol değil midir?
İlkin gece her yeri kapladığında gökte göz kırpan yıldızlar arasında en parlağına gözü takılır. Akşam yıldızı o kadar parlaktır ki, akşamın kızıllığında bile görülür. Diğerlerine göre çok göz alıcı, ama aydınlatma gücü yok.. Der,
hâzâ rabbî
Bu Rabbim.
Ama çok sürmez. O hemen batıverir. Der,
lâ uhibbul-âfilîn
Ben batanları sevmem.
Tapmak hiç değil. Sevmek bile değil..
Sonra ay doğar. Bir mehtap ki, yıldızlar gibi değil, göründü mü, geceyi aydınlatır. Işığı pek latiftir. Güneşe takat getiremeyen gözlere ondan haberdir, ama ışığı kendisinden değil.. Sadece bir yansıma. İbrahim, ayı görür. Der, "bu Rabbim". Ama çok sürmez. O da hemen batıverir.
Artık İbrahim bir önceki basamağı çoktan aşmıştır. Görüşü berraklaşmakta, anlayışı artmaktadır. Der,
lein lem yehdinî rabbî leekûnenne minel-qavmid-dâllîn
Eğer Rabbim bana hidayet vermezse, kesinlikle ben şaşırmışlardan olurum.
İnsanın kavrayışını şekillendiren pencereleri var sanki: Duyuları, aklı ve sezgisi. Ama hepsi sınırlı. Ancak kişi inad etmez ve anlamak isterse, çıkarcı davranmaz ve samimiyet üzere yaşarsa, insaf eder, bir de durup düşünürse, ruhu illâ ki yanlışa yanlış diyecektir. Kendiliğinden doğruyu bilemese de yanlışı sezecektir. Doğru içinse muhakkak O'nun hidayeti gerekir. O iletmeden hakkı bilemez, O bildirmeden hakkı bulamaz.
İşte, İbrahim ikinci adımda kendi sınırını bilir. Yanlışa düşmekten korkar. Doğruya gidebileceğini hisseder. Onu yaratan ve gözeten kendisine yol göstersin diler.
İbrahim ilerler.
Derken güneş doğar. Güneş ne göz kırpan yıldızlara benzer, ne de geceye fener olan aya. Herşeyi pırıl pırıl aydınlatır. Işığı olan başka ne varsa, yanında söner. Der, "bu Rabbim. Bu daha büyük". Ama çok sürmez.
O da hemen batıverir. Kavmine döner. Der,
yâ qavmi innî berîun mimmâ tuşrikûn
Ey kavmim, ben O'na ortak koştuklarınızdan uzağım.
innî veccehtu vechiye lillezî fataras-semâvâti vel-arda hanîfâ vemâ ene minel-muşrikîn
Hakikat ki ben, gökleri ve yeri Yaratan'a yüzümü içtenlikle çevirdim. Ben müşriklerden değilim.
Velhasıl, insan yola çıkar. Rabbini arar. Aklı başını kaldırır. Göğe bakar. Kalbi batanları sevmez. Yola içtenlikle devam eder. O'na sığınır. Nicelerinin takılıp kaldığı engelleri kolaylıkla aşar. O hidayet eder. O rahmet eder. O bağışlar.
Hamd O'na.
Selam İbrahim'e.