Çarşamba, Nisan 10, 2024

Bayramda felaha ermek

Ramazan Bayramı hutbelerinde sıkça okunan iki ayet:

qad eflaha men tezekkâ
87:14 Felâha erdi arınmış olan

vezekeresme rabbihi fesallâ
Rabbinin adını anıp namaz kılan

Felâha erdi arınmış olan

Bunlar "bayram ayetleri" olarak tefsir edilir. Ramazan'da oruçla, zekatla, Kuran'la arındık... Ve bu sabah tekbirlerle namaza koştuk. Felâha erdik mi acaba? Sahi, felâh nedir?

Bu ayet çiftinin kardeşlerine bakalım:

91:9 qad eflaha men zekkâhâ
(Nefsini) temizleyen felâha erdi

veqad hâbe men dessâhâ
Onu kirletip gömen ziyan etti

(Nefsini) temizleyen felâha erdi





Çarşamba, Nisan 03, 2024

Tavafa uzaktan bakış

"Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, kıyama duranlar, ruku edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et" [Hacc 26]
Akşam namazında tavaf durmuş

Aşağıdaki video, Ramazan'ın 23. gecesi, saat 17:00'den 00:30'a kadar 7.5 saatlik çekimi 90 saniyede gösteriyor (x300). Akşam ve Yatsı namazlarında, kısa bir süre için beyaz ve siyah noktalar ayrılıyor; bunun dışında tavaf hiç durmuyor. Ara sıra görülen hareketli boş alanlarda temizlik yapılıyor. Videoyu gönderen Ahmet Saatçi'ye teşekkür ederim.

Kâbe'nin etrafında yedi kere dönüp iki rekat namaz kılmak bir tavaf sayılır. Tavafa başlama ve bitirme yeri Karataşın (Hacer-i Esved) bulunduğu doğu köşesidir. Daima Kâbe'nin sağında kalarak yedi dönüş tamamlanır. Tavafa ara verilmez. Ancak, farz namazların başlaması ile sola dönülüp imama uyulur ve selam ile sağa dönülüp tavafa kalınan yerden devam edilir. Tenha bir zamanda tavaf 10 dakika bile sürmezken, hac zamanında bir saati geçmesi normaldir.
Tavaf yeryüzünde ancak Kâbe’nin etrafında yapılabilir. Bu nedenle, Mekke'de bulunan müslümanlar mümkün olduğu kadar çok tavaf etmek isterler. Tavaf, namaz gibi fakat nafile namazdan daha üstün bir ibadet olduğu için, tavaf edenler namaz kılanların önünden geçebilir. Sadece farz namaz için tavafa ara verilebilir, teravih ve cenaze namazı kılınırken bile tavaf devam etmelidir.
Tavaf, insan seli
Tavaf edenler Arş'ın çevresindeki meleklere benzerler. Bu meleklerin tek görevi, yaratılış gayesi, hamd ile tesbih ederek Arş'ın etrafında dönmektir. Tavaf için Karataş'ın önündeki çizgiye doğru ilerlenir. Çizgi üzerinde sola doğru dönüp sağ el ile Karataş selamlanır ve Bismillâh Allâhu ekber denilir. Daha sonra her dönüşte bu selamlama tekrarlanır ve aynı şekilde tavaf çizgi üzerinde bitirilir. Namazdan farklı olarak tavaf sırasında konuşulabilir. Fakat zikir ve tesbih ile meşgul olup dua ve Kur'an okumak tavsiye edilir. Tavaf sırasında okunacak belirli bir dua yoktur. Subhânallâh, Elhamdulillâh, Allâhu ekber gibi mübarek kelimelerin tekrarlanması ya da içten gelen dualarla Allah'a yalvarmak uygun olur.
Yedi kere döndükten sonra uygun bir kenarda Kâbe'ye bakarak iki rekat namaz kılınır. Bu namazın İbrahim makamında kılınması şart değildir, herhangi bir yerde olabilir. Güneş doğarken, öğleyin tepedeyken ve batarken herhangi bir namaz kılınmaz. Bu durumlarda tavaf namazını ertelemek gerekir.


Pazartesi, Nisan 01, 2024

Kur'an bir, mushaf çok

(2024 Ramazan ayında çalıştığım konuların özeti burada)

"Mushaflarda İmlâ Problemi" konusu altında bahsedilen sorunu takdir edebilmek için, mushaf kelimesini doğru anlamak lazım. Türkçede Kur'an ile neredeyse eş-anlamlı kullanılan bu kelimenin, diğerinden ne farkı var? Cevap kolay: Kur'an bir, mushaf çok. Kur'an özel isim, çoğulu yok, iyelik eki almaz, "Diyanet'in Kuran'ları" derseniz iki kere yanlış olur. Mushaf ise cins isim, çoğulu var, her türlü eki kabul eder, "Hz Osman'ın mushafları" diyebilirsiniz.
(Benzeri bir tanım: Allah bir, rabler çok)

Kur'an esas olarak sözlü bir mesajdır, Melek'ten Nebi'ye 23 yıl içinde kulaktan aktarılmıştır. Hz Musa'nın Tur dağında aldığı levhalara benzemez. Bu nedenle Kur'an yazılmaz, okunur! Okunuşunda bir miktar çeşitliliğe izin verilmiştir: "yedi harf" hadisi. Zaman içinde, sadece meşhur bazı kıraat imamlarının okuyuşu kabul görmüştür.


Mushaf konusunda bir özet:
Halife Osman zamanında yazılıp belli başlı merkezlere gönderilen Kur’an nüshaları “mesâhif-i Osmâniyye” olarak tanınmıştır. ... Hz. Osman sonrası mushaf yazımlarında onun mushaflarının imlâsına uyulup uyulmayacağı ve yazıda meydana gelecek gelişmelerin mushaf yazısına yansıtılıp yansıtılmayacağı konusu tartışılmışsa da pratikte genel olarak resm-i Osmânî’ye bağlı kalınmıştır.

Bu linki verdim ama yazı uzun ve fazla teknik. Daha güzel ve akıcı bir anlatımı, bir hattatın ağzından şurada bulabilirsiniz:
Elbette ki Kur'an'ın kudsiyyeti en güzel şekilde yazmayı ve basmayı gerektiriyor ama, eserime bakanlardan istirhamım; yazı, baskı, motif; cilt özelliklerine gereğinden fazla bakmamaları, baktıklarımn Kur'an olduğunu düşünmeleri, Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğunu bilerek imanlarını Kur'an'la her an tazelemeleridir.
Bu da kısa değil, ama rahatça dinlenen bir konuşma metni.

Cuma, Eylül 15, 2023

Mizan: denge ve tartı

Batı dünyasının adalet sembolü elinde terazi ve kılıç tutuyor:
Adaleti temsil eden gözleri bağlı Themis, elindeki terazi ile adaleti ve bunun dengeli şekilde dağıtılmasını, diğer elindeki kılıç ile adaletin keskinliğini simgelemektedir. ... insanların özlem duyduğu ve olmasını istediği bağımsız, tarafsız, adil, caydırıcı hukuk düzeninin ifadesidir


Kelimenin Osmanlıca sözlük anlamı çok zengin:
1. Tartı, ölçü âleti, terâzi
2. Ölçü, mikyas
3. din. Mahşer günü amellerin tartılacağı terazi
4. astr. Burçlar kuşağındaki yedinci burç
5. mat. sağlama
6. tic. hesap özeti.


Kitabımızda 1. ve 3. anlamlar öne çıkıyor.

ve-ze-ne kökünden türeyen kelimeler Kur’ân’da 23 defa zikredilir:
3 defa fiil hâliyle vezn
3 defa isim olarak vezn
9 defa tekil olarak mîzân
7 defa bunun çoğulu mevâzîn
1 defa mevzûn şeklinde geçer.

https://okuyun.github.io/Kuran/#r=wzn


Kelimenin çoğulu olan mevâzîn şu ayetlerde:

Rahman suresinde ardışık üç ayette bu kelime geçiyor:

55:7 ves-semâa refe'ahâ veveda'al-mîzân
(Rahmân) göğü yükseltti ve dengeyi kurdu

8. ellâ tatgav fil-mîzân
(size de emretti ki) dengeyi bozmayın

9. veaqîmul-vezne bil-qisti velâ tuhsirul-mîzân
(Dünyadaki) tartıyı adaletli tutun ki
(Ahiretteki) mîzânı eksiltmeyin.

"Rahman suresinde neden üç kere ard arda?" sorusuna güzel bir cevap:
Elmalılı [birinci] mîzâna, tekvînî ve teşrîî adalet ve muvazeneyi içine alacak daha umumi bir mana verir. İkinci mîzânın şeriat, üçüncünün de âhiretteki mîzân-ı aʻmâl olabileceğini söyler. (s. 17)
Ferdi hesabın ilk bölümü: amellerin gösterilmesi
Sonra bunun değerlendirilmesi: mizan
Nihayet karnelerin verilmesi ve dağıtım

Bir güzel hat levhasına bakalım:

Sağ kefede veaqîmû (doğrultun)
solda el-mîzân (terazi, denge) yazıyor



Perşembe, Ocak 05, 2023

Kader Nasıl Anlaşılmalı?

Kaderin anlaşılması ile ilgili olarak, yelpazenin bir ucunda kişi kendi kaderini hür iradesiyle kendisi belirler yani kader yoktur şeklindeki anlayışın yelpazenin diğer ucunda ise kişinin aslında hür iradesi yoktur, kişi kaderin önünde rüzgarda sürüklenen bir yaprak gibidir şeklindeki anlayışın bulunduğu biliyor. Peygamberlerin öğrettiği kader anlayışına göre her iki uçtaki anlayışlar da yanlıştır; çevremize baktığımızda ise, başımıza gelen bir olumsuzluk için "alın yazım buymuş", veya mahkumiyet vb gibi durumlarda "kader kurbanıyım", ya da bir kaza durumunda yetkililer tarafından "kader programı böyleymiş" gibi, yelpazenin bir ucuna yakın ifadelerin yaygın olarak kullanıldığını görüyoruz. Kaderi bu tür yanlış anlayışlardan ve/veya iftiralardan aklamak için, doğru kader anlayışının ortaya konulmasına ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor.

Kaderin doğru anlaşılabilmesi için, öncelikle kadere imanın neden imanın şartlarından birisi olduğunu anlamak gerekiyor. Yanlışlıklar, hatalar, kusurlar Allah'a verilmesin, bunların insana ait oldukları bilinsin; güzellikler, hayırlar ve iyiliklerin ise Allah'ın malı oldukları bilinsin, insanlar bunlara sahip çıkmasın diye kadere iman konusu imanın bir parçası olmuştur. Halbuki, yukarıdaki örneklerden de anlaşıldığı gibi, insanlar tam tersini yapma eğilimindeler, olumsuz bir durum olduğunda kabahati kadere verip sorumluluğu üzerinden atmakta, bir başarı söz konusu olduğunda ise hemen sahiplenmekteler ki bunların hiç birisi kadere uygun değildir, hatta belki de kadere iftira niteliğindedir. Dolayısıyla, hataların ve kusurların insana ait olduğu, hayırların ve iyiliklerin ise Allah'ın malı oldukları anlayışı en temel şablon olarak kabul edilmeli, olayları değerlendirirken bu şablon en temel karar aracı olarak kullanılmalıdır. Neden bütün hayır ve iyiliklerin Allah'a ait olduğu, neden hata ve kusurların ise insana ait olması gerektiği konusu net olarak ortaya konmalıdır.

Kaderin muhtemel bir çok boyutundan en önemli iki boyutu (1) Allah'ın Kadir ismi ve kudreti ile ilgili yönü, (2) Allah'ın Alim ismi ve ilmi ile  yönüdür. Allah'ın Kadir ismi yönünden bakıldığında, gerçek anlamda kudret sahibi olan, yaratan sadece Allahtır. İnsan kendisini güç, kuvvet sahibi sanabilir, bu yükü ben taşıdım, bu güzel işi ben yaptım vb diyebilir, ama parmağın bile kımıldaması için gerekli olan beyin-kaslar arasında gidip-gelen binlerce belki milyonlarca sinir sinyalinin üzerinde insanın hiç bir kontrolü yoktur, sinir sinyallerine sen oradan gitme, buradan git diyemez veya kan zerreciklerine o damardan değil bu damardan geç diyemez. İnsan sadece özgür iradesiyle,mesela parmağını kaldırmak için,  bir teşebbüste bulunur, gerisi zincirleme olarak insanın kontrolü dışında yaratılır; dolayısıyla, insan bu iyi işi ben yaptım veya bu güzel sonuçlar bana aittir diyemez, en ince detayına kadar bütün aşamaları yaratan Allah'tır, bütün güzel sonuçlar O'na aittir. İnsanın kendisi de Allah tarafından en iyiyi yapmak, iyinin tarafında yer almak için Allah tarafından tasarlanıp yaratılmıştır; dolayısıyla iyi bir şey yapmaya karar verdiğini gerekçe gösterek de ortaya çıkan iyi sonuçları sahiplenemez, çünkü zaten ona tasarlanıp, onun için yaratılmıştır, sadece görevini doğru olarak yapmış olur; karşılığında ise hiç bir ödülü hak etmemesine rağmen kendisine on kat fazlasıyla mükafat da verilir. 

Diğer taraftan, yapılan hatalar, kusurlar, kötülükler ise insana aittir; çünkü iyiyi yapmak, hayır tarafında yer almak üzere tasarlanıp yaratıldığı halde kötüyü yapmaya karar verip, teşebbüste bulunmuştur; mesela bir masumu öldürmek için tetiğe basmaya teşebbüs etmiştir; Allah da bu teşebbüsün gereği olan fiilleri zincirleme olarak yaratmış, ortaya kötü bir sonuç çıkmıştır. Bu konuyla ilgili olarak İslam alimleri demişler ki, kötülüğü yaratmak kötü değildir, kötülüğü işlemek kötüdür. İyiliği de yaratan, kötülüğü de yaratan Allah'tır, zaten başka bir yaratıcı yoktur; aksi halde, mesela iyiliği Allah yaratsa kötülüğü bir başkası yaratsa, mülkünde başka bir ortağı olmuş olur ki bu da kabul edilemez bir durumdur. Zaten Amentu'daki "...hayrihi ve şerrihi min Allahu Teala.." yani "...hayır ve şer Allah'tandır..." ifadesindeki kasıt da budur, hayırı da yaratan, şerri de yaratan Allah'tır demektir, ama şerri yaratmak şer değil, şerri işlemek şerdir.

Allah'ın Alim ismi yönünden bakıldığında ise, Allah her şeyi tam olarak bilendir, bütün geçmiş ve gelecek zamanlar onun için aynıdır, çünkü mekanı yarattığı gibi zamanın da yaratıcısı O'dur. Zaman da Allah tarafından yaratılmış bir mahluk olduğu için O'nun ilmi her şeyi kuşattığı gibi, geçmiş ve gelecek de dahil olarak, zamanın her noktasını kuşatır; ancak bu durum insanların özgür iradelerinin önünde bir engel değildir, sadece o özgür iradenin şekli de sonuçları da Allah'ın ilmi dahilindedir.

Sonuç olarak, herhangi bir olayda kaderin hissesi nedir diye bakıldığında, Alim ismi açından Allah zaten her şeyi bildiği gibi bu durumu da muhakkak biliyordu demeli; Kadir ismi açısından bakıldığında ise, evet her şeyi yarattığı gibi bunu da muhakkak Allah yarattı demeli; eğer olumsuz bir durum varsa, bu açılardan bakıp teselli bulmalı, diğer taraftan "şerri yaratmak şer değil, şerri işlemek şerdir" prensibine göre bu olumsuzlukta kimin ihmali, parmağı, hissesi varsa, bu sorumluluk ve şerler onlara aittir denilmelidir. 

Olaylarda bir kader planı söz konusu mudur, diye değerlendirildiğinde ise, evet sadece olumlu açıdan bir kader planı söz konusu olabilir; mesela, kimsenin bilmediği gizli bir katil yıllar sonra hırsızlık ile yargılanıp hapse atılsa, adam hırsız olmadığı için masum durumda görünse bile, geçmişteki gizli katli yüzünden zalim hakimin kararıyla hapse atılması olayı değerlendirildiğinde adil olan kaderin ince bir planı söz konusu olabilir, yani burada adalet adına, hayır adına bir kader  planı söz olabilir. Diğer taraftan olumsuz bir olayda, mesela, bir kaza durumunda, yetkililerin  "kader programı böyleymiş" diyerek olumsuzlukları kadere havale etmesi ve sorumluluktan kurtulmaya çalışması yanlıştır, kabul edilemezdir, kitap ve sünnetin kader anlayışı ile barışık değildir.

Ayrıca şiirlere, şarkı sözlerine vb bakıldığında kaderin çoğu zaman doğru anlaşılmadığı,  haksız yere suçlandığı da görünmektedir; mesela, bana kaderimin bir oyunu bu, kader utansın vb bunlardan sadece iki örnektir. Halbuki şair anlamamış ki, aslında kader dediği Allah'ın her şeyi bilen ilmidir ve her şeyi yaratan kudretidir, ki bunlar daima adalet, güzellik ve hayır yönünde faaliyet gösteriler; şairin şikayet ettiği konu ise insanların, belki de kendisinin yaptığı yanlışlıkların bir sonucudur. Daima adil olan kadere itiraz etmek, onu haksız yere suçlamak ise hiç olmaz, kaderi itiraz edip eleştiren, başını örse vurup kırar.

Selam ve muhabbetle,
E.T.
------

Bu kıymetli görüşü yazıya döken Ertuğrul Taçgın Hocama teşekkür ederim.


Yazının akla getirdiği çok önemli bir ayet ve Garibce'den ilginç bir alıntı sunuyorum:

Hadid 57:22-23 Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır. 
Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.


Cumartesi, Mayıs 21, 2022

Hakikaten Korunmuş

Hayatımıza anlam veren "Dünyaya neden geldik" sorusunun cevabını üç muarriften öğreniyoruz, onlar bize Rabbimizi tanıtıyor. Bu tanıtıcıların söylediklerini red veya kabul etmek iman konusu... Lakin birini kabul edip diğerlerini reddetmek mümkün değil, çünkü üçü de aynı Yaratıcıyı anlatıyor.

• Birisi şu kitab-ı kâinat,

Şu evren ya kendiliğinden, rastgele olmuştur...
... ya da ortaksız bir Yaratan'ın sanat eseridir

• Birisi Hâtemü'l-Enbiyâ, salât ve selâm ona

Muhammed Mustafa ya en büyük yalancıdır...
... ya da çağlar üstü, en büyük hakikat rehberidir

• Birisi de Kur'ân-ı Azîmüşşandır

Kuran-ı Kerim ya dünyanın en adi uydurmasıdır...
... ya da hidayete ulaştıran muhteşem bir sözdür

Tanıtıcıların her biri için ikişer açıklama var, soldaki ateist yorumu, sağdaki İslam inancını dile getiriyor. Bu ikisinden başka, ortada bir yol yoktur. Ortada bir yol tutmak isteyen, ya inkara ya da imana ulaşacaktır bir miktar tefekkür ile...

Ortada kalmanın tutarlı bir mantığını göremiyorum. Şöyle ki:

Evrenin bir kısmı sanat bir kısmı rastgele olamaz. Mesela, içimizdeki muhteşem sanatın bir kitabı olan DNA şifresinin henüz ancak harflerini tanıyoruz. Bu kitaba tesadüf karışsaydı ortada sanat kalır mıydı? Dışımızda ve içimizde gizlenmiş ilâhi mesajları insanlık birer birer anlayacak:
41:53 Onlara ufuklardaki ve nefislerindeki ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kuran’ın) hakikati apaçık olsun.
okuyun.github.io/Kuran/#v=41:53

Muhammed Mustafa biraz doğrucu biraz yalancı olamaz. "Akıllı bir adamdı, büyük devrimler yaptı" sözü onun çağlar üstü etkilerini açıklamaktan çok uzak kalıyor. Din adına ne yaptıysa ilâhi yardımla yaptı, Allah adına ne söylediyse vahiyle söyledi. Başından geçen onca musibet ve suikastten ilâhi koruma ile kurtuldu:
5:67 Allah seni insanlardan korur.
okuyun.github.io/Kuran/#v=5:67

Kuran'ın birazı vahiy, birazı uydurma olamaz. "Güzel şeyler var içinde ..." diye başlayan bir yorum, Kitabın her düzeyden insana hidayet vermesini açıklamıyor. 1400 senedir onun benzerini yapmak ya da bir harfini değiştirmek mümkün olmadı. Başından geçen sayısız suikastten ilâhi koruma ile kurtuldu:
15:9 Doğrusu Zikri Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz.
okuyun.github.io/Kuran/#v=15:9


Kuran-ı Kerim ayetlerinin hangi düzeyde korunmuş olduğunu aşağıdaki iki örnekte görebilirsiniz.

yebneumme -- Ey anamoğlu

Hz Musa Tur Dağında ilâhi kelâma muhatap olduktan sonra elinde On Emir levhası ile kavmine döndüğünde korkunç bir manzara gördü. İsrailoğulları bir buzağı heykelini tanrı edinmiş ona tapıyordu! Yerine vekil bıraktığı kardeşi Harun'un sakalından tutup çekiştirdi ve açıklama istedi. Kitabımızda iki yerde anlatılan bu olayda Hz Harun'un cevabındaki hitap ilginç. Birinde "annemin oğlu" iki kelime, diğerinde tek kelime: "Ey anamoğlu".

ebne umme #b=Abn%20<m

Ne fark eder? Hiç... Çünkü okunuşu da, anlamı da aynı. Ama imladaki küçük ayrıntı aynen korunmuş. A'râf suresinde iki kelimeyi bir boşluk ayırırken, Tâhâ suresinde tek kelime, ayrıca başına hitap belirten bir Ye harfi eklenmiş. Birleştirilen üç kelimede birer elif gizlenmiş. Elbette öyle de olur böyle de. Ama mushaflarda bu minik ayrıntının titizlikle korunduğunu görüyoruz.

bini'me -- nimet ile

Nimet kelimesi Kitabımızda 50 ayette geçiyor. Bu kelimelerin yaklaşık yarısı kapalı Te merbûta ile yazılmış, diğerlerinde ise son harf açık Te ile yazılmış. Okunuşunu ya da anlamını değiştirmeyen bu ayrıntı bile bütün mushaflarda korunuyor. Örnek olarak, kelimenin bi edatıyla kullanıldığı 10 ayete yakından bakalım:

bini'me #b=abiniEoma

"Ne önemi var, kâtiplerin tercihi" demek bu ayrıntıyı açıklamıyor. Çünkü tercih olsaydı yazıcıların kimisi şunu kimisi bunu seçerdi. Dikkatle incelersek şunu gözlüyoruz: Nimet kelimesinin iki farklı imlası var, ama 50 ayetin herbiri için hangi imlanın seçildiği keyfi değil, standart olmuş ve tedavüldeki her mushaf bu standarda uygun yazılmış. Özellikle, 273. sayfada Nahl suresinin ardışık iki ayetinde biri öyle biri böyle yazılmış. Yan yana iki ayette "kâtip hatası" olabilir mi?

Muhtelif Kur'an sitelerinden bu iki ayetin son 3-4 kelimesini bir tablo halinde topladım. Bütün görünüş (font ve renk) farkına rağmen, açık ve kapalı Te ayrıntısının söz konusu iki ayette muhafaza edildiğini açıkça görebilirsiniz.


71. ayette kapalı Te, 72. ayette normal Te

Standart dışı mushaflar yok mudur? Var ama ancak müzelerde ve kütüphanelerde bulunabilir. Mushaflar üzerinde derinleşmiş bir uzman olan Prof Tayyar Altıkulaç, "Mushaf metinlerinde imla dışında bir farklılık olmadığını, dünyanın her yerinde aynı metnin okunduğunu" vurguluyor. Yani eski yazmalarda gözlenen farklar kıraati ve mânâyı değiştirmiyor. Bu yazmalara erişemiyorsanız, harf farkı şöyle dursun, (hemzeler dışında) farklı bir imla bile bulamazsınız. Tahrifte ittifak olmaz: Her konuda ihtilaf çıkartan bu kadar millet ve cemaat aynı metinde anlaştıysa elbette vahiyle gelen mesaj bu olmalı. Tahrifat olsaydı sayısız muhtelif metinler ortada dolaşıyor olurdu.


Referans