Cuma, Haziran 24, 2005

Tamah Ama Nasıl?

Türkçe "tamah" kelimesine çok olumsuz bir anlam yüklenmiş: aç gözlülük, doymazlık. (İng. greed) Kelimenin aslı Arapça "tama'a" fiili: hırsla, ümitle istemek. Kuran'da 12 kere geçen bu kelime çoğu zaman olumlu bir istek belirtiyor. Dört yerde "korku" ile kullanılmış:

7:56. Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.
Allah'a korkarak ve umutla yalvarın
.
Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara yakındır.

13:12. Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren,
yağmurla yüklü bulutları meydana getiren O'dur.

30:24. Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten
su indirip ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi O'nun varlığının
belgelerindendir. Bunlarda, düşünen millet için dersler vardır.

Son inci Secde suresindeki secde ayetinden hemen sonra:

tetecâfâ cunûbuhum 'anil-medâci'i
32:16. vücutları yataklardan uzak durur

yed'ûne rabbehum havfen vetama'an
korkarak ve umarak Rablerine yalvarırlar

vemimmâ razaqnâhum yunfiqûn
verdiğimiz rızıklardan (başkaları için) harcarlar

Çarşamba, Haziran 22, 2005

Yâsîn'de "mubîn"

Hidayete giden yollar çok açık. Kur'an çok açık. Risalet çok açık.
Hâlâ nasıl kulaklarımızı tıkarız, bilmem ki?
YasinYâsîn deriz önce, sonra "imâmin mubîn", yani apaçık kaydedilişe buyrulur:
12. Hiç şüphesiz ölüleri (sadece) biz diriltiriz! Önden gönderdikleri şeyleri ve (bıraktıkları iyi veya kötü bütün) eserleri yazarız. (Zaten biz) her şeyi apaçık bir kütük'de say(ıp zaptet)mişizdir.

Sonra, apaçık tebliğ: "belâgul-mubîn"
16-17. (Elçiler) dediler ki: "Rabbimiz biliyor ki hakîkaten biz, size gönderilmiş elçileriz. Üzerimizdeki (vazîfe), açıkça tebliğden başkası değildir."

Hâl böyleyken hâlâ ilahlar edinmek nasıl da apaçık bir şaşkınlıktır: "dalâlin mubîn":
23-24. Ben, O'ndan başka ilahlar edinir miyim? Eğer çok esirgeyen (Allah) bana bir zarar vermek dilerse, onların (o putların) şefaati bana hiç bir fayda vermez ve beni kurtaramazlar. Şüphesiz (böyle yaparsam o zaman) ben, apaçık bir şaşkınlık ve ziyan içinde olurum.

Eğri gözler doğru görse şaşmalı. Hele de o eğri gözlerin ceplerine dokunacak işler olursa:
47. Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden (Allah rızası için fakirlere) harcayın" denildiği zaman küfre sapanlar, inananlara, "Allah'ın dilediği taktirde yedireceği kimseye biz mi yedirecekmişiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık üzeresiniz" dediler.

Ve apaçık düşman bellidir: "âduvvun mubîn".
İşte, en büyük müflis, başka müflis aramaya ne hâcet:
60-61. Ey Âdemoğulları! Ben size "Şeytana kulluk etmeyin/tapmayın, çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır. Bana kulluk edin, işte doğru yol budur" diye bildirmedim mi?

Hamd O'na ki, Kitabımız da apaçıktır. Akleden kalplere, çağlayan gözlere, haşyet duyan gönüllere: " qurânun mubîn"
69. Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik, (bu) ona yakışmaz da. O(nun getirdiği) bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dan başkası değildir.

İnsan nasıl da yaratılışına bakmaz, haddi aşar, kibre düşer, hasım kesilir ve kendine yazık eder: "hasîmun mubîn"
77. İnsan, bizim kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi o apaçık hasım kesildi.

Peki, apaçık yollar dururken, nasıl apaçık düşmanın eline düşer de apaçık hasım kesilir?
Tamah. İnsanın tamah etmesi... Neye mi? Dünya namına ne diyorsa, ona... Dünya namına neye değer veriyorsa, ona... Bu ister bir çöp parçası olsun, veyahut da taş... Ya bir kağıt parçası, ya da bir insan, hani onu O'ndan uzaklaştıran... Ya da bizzat kendisi... Kendi arzu ve istekleri... Velhâsıl dünya işte... Mâsiva...

Rabbimiz bizi ham tamahtan korusun, dilerim.
Bizi Yolundan hiç ayırmasın.

Cuma, Haziran 17, 2005

İmtihan

Hayatın imtihan olduğunu sözde kabullenmek zor değil de, fiilde kendi istediklerimizin olmaması ağır gelir. Sınavdaki öğrencinin soruları beğenmemesi gibi. "Öbür bülümü iyi çalışmıştım, bu konudan sordu!"

İmtihan dedik ya, çalışmak bizden, denemek O'ndan.

elif, lâm, mîm
ehasiben-nâsu ey-yutrekû ey-yaqûlû âmennâ vehum lâ yuftenûn
veleqad fetennellezîne min qablihim
feleya'lemennallâhullezîne sadaqû veleya'lemennel-kâzibîn

29:1-3. Elif, Lam, Mim.
İnsanlar, "inandık" deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar?
Biz kendilerinden öncekileri de denemiştik.
Allah elbette doğru söyleyenleri de, yalancıları da ortaya çıkaracaktır.

Cuma, Haziran 10, 2005

Ekmek ve can

fel-yenzuril-insânu ilâ ta'âmih
80:24 İnsan, yiyeceğine bir baksın
ennâ sabebnel-mâe sabbâ
Doğrusu suyu bol bol indiririz
summe şaqaqnel-arda şaqqâ
Sonra yeryüzünü iyice yarar,
feembetnâ fîhâ habbâ
orada taneli ekin bitiririz

Bir lokma ekmeğin hikayesi böyle başlıyor:

cansız su gökten indiriliyor
cansız toprak çatlatılıyor
cansız hava ve cansız güneş ile
canlı buğday bitkisi bitiriliyor
bir tohum 700 tane veriyor

bu canlıyı kesip öldürüyoruz
tanelerini ayırıp eziyoruz
cansız un oluyor, toz gibi ufalanıyor
cansız suyla karıştırıp maya ekleyince
canlı hamur kabarıyor

onu da fırına atıp öldürüyoruz
kabuğu kızarmış, içi yumuşak
cansız ekmek bize can katıyor


yuhricul-hayye minel-meyyit
ayetinin tecellisi olarak
cansızdan can çıkartılıyor.

Cuma, Haziran 03, 2005

Yetmez miydin, Sen Ey Ölüm!

kellâ bel tuhibbûnel-'âcile
Hayır! Hayır! Siz âcil olanı seviyorsunuz
vetezerûnel-âhire
ve ahireti (sonra geleni) bırakıyorsunuz
Öyle... Maalesef öyle... Peşin olanın peşindeyiz. Yakın olanı seviyoruz. Şimdiyi istiyoruz. Burada ve hemen olsun, diliyoruz. Nefs ısrarcı, şeytan aldatıcı, dünyaysa pek cazip. Halbuki,
"Göz odur dağın ardını göre
Akıl odur başa geleceği bile"
Hep çok zamanımız var, sanıyoruz. "Şimdi önümüzdeki lezzetleri kaçırmayalım, sonra iyilerden oluruz", umuyoruz. Yıllar geçiyor, ömür bitiyor, "Hiç yaşamamış gibiyim!", diyoruz. Varışımız, durağımız, yurdumuz ancak ahiret, buraya bir uğradık geçiyoruz, unutuyoruz. Ancak bir yolcuyuz, oyalanıyoruz. Sahi, ne çok yanılıyoruz.
Dünya ise aslında karanlık bir gece... Herşeyin örtüldüğü, kimsenin kimseyi hakkıyla bilemediği, niyetlerin açık edilemediği bir yer. Gün, o gün doğacak, bekliyoruz. Yarın rûz-ı mahşer, içlerin dış olduğu, hâllerin yüzlerden okunduğu dehşetli bir gün olacak, biliyoruz:

vucûhun yevmeizin nâdire
ilâ rabbihâ nâzire
vevucûhun yevmeizin bâsire
tazunnu en yuf'ale bihâ fâqire

Nice yüzler vardır ki, o gün parlaktır.
Rablerine bakarlar.
Nice yüzler de vardır ki, o gün asıktır.
Bel kıran bir felâkete uğrayacaklarını anlarlar.
Halbuki, yetmez miydin, sen ey ölüm, nasihat olarak? Yetmez miydin?
kellâ izâ belagatit-teraqiy
ve qîle men râq
vezanne ennehul-firâq
vel-teffetis-sâqu bissâq
ilâ rabbike yevmeizinil-mesâq

Dikkat edin (can) köprücük kemiklerine dayandığı zaman,
"Var mı çare bulacak?" denilir.
Artık (can çekişen), hakîkaten bir ayrılış olduğunu sezer,
Bacak bacağa (can havliyle) dolaşır.
O gün sevk ancak Rabbinedir.
Yunus ne güzel bilmiş:
"Giderimiş bunda gelen, dünya işi cümle yalan
Ağlar ömrün yavı kılan, âh nideyim ömrüm seni"
(Ayet-i kerimeler, Kıyâme suresi 75:20-30)

Perşembe, Haziran 02, 2005

Yalancının Söylediği Doğru Söz

Tuhaf bir bir bilmece:
öyle bir doğru söz bulun ki,
söyleyen yalancı olsun

Yani söz doğru, söyleyen yalancı.
Kitabımızda ilginç bir örneği var.

63:1 izâ câekel-munâfiqûne qâlû
münâfıklar sana geldiğinde şöyle derler:
neşhedu inneke lerasûlullâhi
"Şehadet ederiz ki, sen elbette Allah'ın elçisisin"

Söz doğru, Allah biliyor, biz de şâhidiz:
vallâhu ya'lemu inneke lerasûluhû
Allah biliyor ki, sen elbette O'nun elçisisin

Ancak söyleyen yalancı, biz bilmeyiz, Allah şâhit:
vallâhu yeşhedu innel-munâfiqîne lekâzibûn
Allah şehadet eder ki, o münafıklar hiç şüphesiz yalancıdırlar.

Demek ki, özü de sözü de bir olan o elçi (salât ve selam ona) hakkında, bir yalancının dili bile yalan söylemesine izin vermiyor, doğruluğuna şahit oluyordu.