Perşembe, Nisan 27, 2006

Ekinler ve ekinciler

Fetih suresinin son ayeti, o kadar yoğun anlamlar içeriyor ki, her cümlesi ayrı bir konu. Bu kez dikkatlerimize, o ayetin bir parçası olan bir benzetmeyi getirmek istiyorum. Müminlerin İncil'de geçen tasvirleri:

48:29 kezer'in
ekine benzer
ahrace şat-ehû
filizlerini çıkarmış
feâzerahû
sonra kuvvetlendirmiştir
festaglezâ
sonra kalınlaşmış
festevâ âlâ sûqihî
sonra gövdesi üzerine dikilmiş
yu'cibuz-zurrâ'a
ekincilerin hoşuna gider
liyegîza bihimul-kuffâr
kâfirleri öfkelendirir

Biz şehir çocukları ekinleri herhalde en çok güneşli güzel günlerde görmüşüzdür. Altın sarısı başaklar sıcacık selam verirler fotoğraf karelerinden ya da otobüs pencerelerinden, hatta yeterince şanslıysak tarlalardan. Dolu dolu, bereketli tarlalar yüzümüze gülümser. Hem kültürümüz ekinden epey şey öğretir bize, değil mi ki, "Boş başak dik durur".

Elbette, hayat o ekinler için hep bu kadar parlak değildir. Hikâyeleri toprağa düşmekle başlar. Üstlerinden yağmurlar geçer, karlar kalkar. Rüzgâr her zaman öyle usulca esmez. Ama bunlar hep ekinleri güçlendiren, olduran şeylerdir. Gereklidirler. İçi en son tanelerle dolunca da, artık ekincisini hayretli sevinçlere sevkeder.

Pirimiz Yunus bir başka yönünü demiş, ne güzel söylemiş:
Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi

Ekinci bin tohum atsa, bunların sadece on tanesi başak verse zarar mı? Herbiri yedi yüz tane verse, yedi kat kâr etmiş olur.
Çürüyen, gelişmeyen dokuz yüz doksana acıyalım mı?
Dünyanın kuralı böyle işte, azı biter, çoğu yiter.

Biz başak verme gayretinde olmalıyız.

Çarşamba, Nisan 19, 2006

Susayan onu su zanneder!

Kitab'ımızdan öğreniyoruz ki, rûz-ı mahşer olup da, tüm insanlar hesaba çekildiğinde enteresan sahneler canlanacak. Orada artık dünya sahnesinin aktörleri değiliz. O gün hesap zamanı. Ameller o günde getirilip karşımıza çıkarılacak; biz istesek de, istemesek de. İman olmadan işlenen ameller serap gibi olacak. O seraplar ki, "susayan onu su zanneder" ama beyhûde:

vellezîne keferû a'mâluhum keserâbin biqî'atin
24:39. İnkâr edenlerin ameli çöldeki serap gibidir

yahsebuhuz-zam-ânu mâen
susayan onu su zanneder

hattâ izâ câehû
nihayet onun yanına vardığı zaman

lem yecidhu şey-en
hiçbir şey bulamaz

vevecedallâhe 'indehû feveffâhu hisâbehû
ve yanında Allah'ı bulur, O da hesabını görüverir

vallâhu serî'ul-hisâb
Allah çok çabuk hesap görendir

Çarşamba, Nisan 12, 2006

Karanlık ve Şimşekler

Bakara suresindeki misallerden biri, müminlere rastlayınca "Biz de iman ettik" deyip, onlardan ayrılınca, "Biz ille de o sefîh kimselerin inandığı gibi mi iman edelim?" deyip, alay eden kimselere dair. Bu kimseler içiyle dışı farklı olan, sözünde samimi olmayan, hidayete karşılık dalaleti tercih etmiş kimseler.

Onlara dair ilk benzetme şöyle:

2:17-18. Onların durumu,
bir ateş tutuşturmak isteyen kimse gibidir ki,
o çevresindekileri aydınlatınca (faydalanmadılar),
Allah da onların ışığını giderip, kendilerini karanlıklar içinde,
görmez olarak bıraktı.


2:18. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler.
Artık onlar dönemezler.


Karanlıklar içinde başını uzatacak gibi olan ama gücü olmayıp, sönüveren cılız bir ateş yakmaya çalışanın hâli gibi. Bir ışık var, çünkü söylemlerinde bazen doğrudan yana gibi duruyorlar. Ama hâlleri hemen karanlığa çevriliveriyor, çünkü kalpleri iman ışığıyla aydınlanmış değil.

Hemen peşinden ikinci temsil geliyor. Etkili ve ürkütücü bir dış tasvirle başlayıp, çarpıcı bir benzetmeyle son bulan iki ayet:

2:19-20. Yahut, yoğun karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) içinde
gökten boşalan şiddetli bir yağmur(a tutulmuş kimsenin hali) gibidir.
Onlar, yıldırımlardan ölmek korkusuyla
parmaklarını kulaklarına tıkarlar.
Oysa Allah, kafirleri çepeçevre kuşatmıştır.

O şimşek, neredeyse gözlerini kapıp alıverecek.
Onlara aydınlık verince ışığında yürürler,
karanlık tekrar basınca da dikilip kalırlar.
Allah dileseydi elbette onların işitmelerini ve görmelerini de giderirdi.
Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.


Bu kez ateş yakmaya çalışan bir insan yok. Gecenin zifiri karanlığında şimşeğin ışığında yolunu arayan bir insan var. Bir yandan yıldırımdan alabildiğine korkuyor. Şaşkın ve âciz. İşin ilginci ara ara o ışığı görebiliyor. Elbette, Allah dileseydi, onu da göremezdi. Ama o görmesinin yolunu bulmasına hiç faydası yok. Şimşek geçtiği anda her yer karanlık.

Allah ışığımızı daim kılsın.

Çarşamba, Nisan 05, 2006

Taşlar ve Kalpler


"Sonra, bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı;
taş gibi,
belki de ondan daha katı.

Çünkü taşlardan öylesi var ki,
içinden nehirler fışkırır;
öylesi de vardır ki,
çatlar da ondan su çıkar;
yine öylesi vardır ki,
Allah korkusundan yuvarlanırlar.

Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir."
(2:74)


Kalp ne ilginç bir şey. O iyi oldu mu, bütün ameller, hâller, varışlar iyi, o kötü oldu mu da, herşey kötü... Kalpler kötüleştikçe taşlaşıyor. Duyarsızlaşıyor. Hatta taştan daha katı oluyor. Hiç değilse, öyle taşlar vardır ki, içlerinden nehirler çıkar.

İnsanın kalbinin safiyetini korumaya sürekli özen göstermesi önemli bir şey. Çünkü bu safiyeti koruyamazsa, bugünün güvenen, temiz kalpli insanı, yarının şüpheci ve hesapçı insanına dönüşebilir. Bugünün mazlumu, yarının zâlimi olabilir. Neden olmasın? Mümin akıllılığını, ferasetini bu noktada ele almalı sanırım. İyi niyetlerinin tüketilmesine müsaade etmemeli. En önce kalbini korumalı.

Rabbim kalblerimizi katılaşmaktan korusun, rikkat versin.