Cuma, Nisan 29, 2005

Tertemiz Gitmek Varken..

Bir bahçedesiniz, harika bir bahçe, nimetlerle süslü.
Herşey serbest, sadece bir ağaç var, yasaklanmış.
Bahçenin cömert sahibi izin vermiyor o ağaca.

2:35 vekulâ minhâ ragaden haysu şi-tumâ
oradakilerden istediğiniz gibi serbestçe yiyin
velâ taqrabâ hâzihiş-şecerete fetekûnâ minez-zâlimîn
yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz

Ama ağaç çok güzel, çekici, büyüleyici.
Her taraftan sizi çağıranlar var.
"gel, şu ağaca bir dokun"
Ağaca yaklaşmayın, dokunmak nerede
"bir kerecik dokun, bak ne güzel bir ağaç"

Emre karşı gelip dokundunuz.
Ağacın yaprakları ne kadar da yeşilmiş.
Bahçe zaten yemyeşil, ama bu ağaç başka yeşil.
"elini uzat, bir yaprak tut"
lâ taqrabâ hâzihiş-şecere
"ne zararı var, bak ne güzel bir yaprak"

Yaprağı tuttunuz, bitti mi?
Ah, o meyveler, ateş rengi.
Tadı nasıldır kim bilir...
"bunlar çok tatlı, bir tanecik kopar"
Come not near this tree
"sahibi zengindir, bir meyveden ne kaybeder"

Meyveyi kopardınız, elinizi yaktı.
Kendisi sıcak değil, ama isyan yaktı.
Hemen fırlatıp attınız.
"bunu yemelisin, ölümsüz olacaksın"
lâ taqrabâ hâzihiş-şecere
"yemezsen çürürsün, yok olursun"
Zalimlerden olursunuz
"sahibi büyüktür, affeder"
Bu ağaca yaklaşmayın
"hadi, ye bir lokma, ölümsüz ol"

Ondan bir lokma sizi asi yaptı. Ama tevbe kapısı da açık:

rabbenâ zalemnâ enfusenâ
7:23 Rabbimiz, kendimize zulmettik
veil-lem tagfir lenâ ve terhamnâ
bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
lenekûnenne minel-hasirîn
kaybedenlerden oluruz.

Hepimizin yasak ağaçları var bu bahçede.
Çekici meyvelerin daveti, etrafın aldatmacası.
Yaklaşmayın o ağaçlara, bakın yemeyenler var.
Yiyenler daha bu dünyada zararda, bin pişman.
Elbette, O büyüktür, affeder, şüphemiz yok.
Ama O'na tertemiz gitmek daha iyi değil mi?

Cuma, Nisan 22, 2005

Muhammed, Salat ve Selam Ona

Muhammed (salat ve selam ona) ismi bakalım Kuran'da nasıl geçiyor:

muhammedur-rasûlullâh
48:29 Muhammed Allah'ın elçisidir

vellezîne ma'ahû eşiddâu 'alel-kuffâri ruhamâu beynehum
onun yanındakiler inkarcılara şiddetli, birbirlerine merhametlidir

Onun elçilik haberi özel ismiyle sadece burada verilmiş.
"lâ ilâhe illallâh" hükmü ise başka iki ayette geçiyor.

vemâ muhammedun illâ rasûlun qad halet min qablihir-rusul
3:144 Muhammed ancak bir elçidir, ondan önce de elçiler geçmişti

efe im-mâte ev qutile-nqalebtum 'alâ a'qâbikum
ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz?

Uhud savaşında inen bu ayet, onun ölümsüz olmadığını hatırlatıyordu. Tam yedi sene sonra, "Muhammed ölmez, ölmedi" diyenlere, bir sıddık kalkıp bunları okuyunca, sahabeye "bu ayeti sanki ilk duyuyorduk" dedirtmişti.

vellezîne âmenû ve'amilus-sâlihâti
47:2 inanıp yararlı iş işleyenlerin

veâmenû bimâ nuzzile 'alâ muhammedin
ve Muhammed'e indirilene inananların

vehuvel-haqqu mir-rabbihim
(o Rablerinden hak olarak inmiştir)

keffere 'anhum seyyiâtihim veaslaha bâlehum
kötülüklerini Allah örter ve durumlarını düzeltir.

Bu da 47. sureye adını veren müjde ayeti.
Haberi getirenin karakterine çok uygun bir müjde.

Bu üç ayetten başka, 33:40 var, geçen hafta yazılmıştı.
Bir de 61:6'da "Ahmed" isminin İncil'de geçtiği haberi var.

essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ rasûlallâh
essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ hayre halqillâh
essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ emîne vahyillâh

Çarşamba, Nisan 20, 2005

Aynı Hizada Durabilmek

"Vallahi, biz savaş kızıştı mı Resulullah (sav)'a sığınırdık. Bizim cesurumuz Resulullah (sav)'a, aynı hizada durabilendi."

Huneyn savaşının ardından söylenmiş bir cümle, bu cümle... Sahabeden Bera İbnu Azib söylüyor, Allah ondan razı olsun. (Müslim, Cihad 79, 1776)

Çok dikkatli bakmamız gereken bir gün: Huneyn günü.

Büyük derslerle dolu bir nokta... Allah-u Teâlâ'nın "Gücünüze bakıp da kibirlenmeyin" dediği bir an... Zaferin de, hezîmetin de O'ndan olduğunun hakkel-yakîn bilindiği bir hâl...

leqad nasrakumullâhu fî mevâtine kesîretin
9:25 Andolsun ki Allah size birçok yerde yardım etmişti
veyevme huneyn
Huneyn gününde de
iz a'cebetkum kesretukum felem tugni 'ankum şey-en
çokluğunuz sizi gururlandırmış, size hiç fayda vermemişti
vedâqat 'aleykumul-ardu bimâ rahubet
ve bunca genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti
summe velleytum mudbirîn
sonra bozularak arka dönüp kaçmıştınız.

Rasulullah'ı Taif'te biliriz. Taşlara şefkatiyle, dualarıyla mukabele eden efendimizi... En zayıf anda ancak O'na sığınan hayat modelimizi.

Sonra Rasulullah'ı Uhud'da biliriz. Sayıca azken dahi zafer azmini. Tam da bozguna dönüşmüşken canla başla çabalayışını...

Ve Huneyn gelir.

Huneyn çok enteresan bir savaş. Bu tarafta Mekke'nın fethinin ardından hazırlanmış dev bir müslüman ordusu var. Dile kolay, oniki bin kişi. Ordunun kollarından birinin komutanı Halid bin Velid. Hatta kimi Mekkeli müşrikler bile dahil olmuşlar ki, ganimet alalar. Savaş nasıl olsa kazanılacak ya... Nasıl olsa üstünler ya... Kimi kalplerde gurur ve kibir yer tutmuş. Zerresi olmamalıyken...

Karşı taraf Arabistan'ın diğer bölgelerinden toplanmış müşrik ordusu. İttifak kurmuşlar. Hatta kadın, çocuk ve mallarıyla gelmişler. Bunun kendileri için bir ölüm-kalım savaşı olduğunu gösterircesine...

Ve beklenmedik an... Düşmanın pususuna düşen askerler... Birden bire müslüman ordusunun çözülüşü...

Kaçış...

İşte sonrasında soruyorlar:

"Bir adam Bera İbnu Azib (ra)'e geldi ve: 'Ey Ebu İmare! Huneyn gününde hepiniz geri mi kaçtınız?'"

Rasulullah ve onun çevresindeki pek az bir grup hariç herkes kaçıyor.

Aleyhissalatu vesselam bir yandan dua ediyor, Allah'tan yardım istiyor:

"Şöyle diyordu: 'Ben Peygamberim yalan değil! Ben Abdulmuttalibin Oğluyum! Allah'ım yardımını indir.'"

Zafer beklerken geliyor, bozgun...

Gerçi sonra Rasulullah askerleri düzene koyuyor ve en sonunda toparlanılıyor. Nihai zafer sağlanıyor ama bu durum evvelinde olan-biteni değiştirmiyor.

Allah kalplerimizi Rasul'unun yolunda sabit kılsın. Onun yanında durmak hiçbir asırda kolay değil. Ne demişler baksanıza: "Bizim cesurumuz Resulullah (sav)'a, aynı hizada durabilendi."

Bugün de öyle değil mi?

Âlemlere Rahmet

21:107 vemâ erselnâke illâ rahmeten lil'âlemîn
seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik

Neden alemlere rahmettir o?
Çünkü Rabbimiz "belâ" dediğimiz günde böyle bir söz vermedi.
Buraya gelmeden önce yaptığımız anlaşmada uyarılmak yoktu.
İnsana vicdan verilmişti, iyiyi kötüden ayırmak için.
Akıl verilmişti, bir Yaratıcısı olduğunu bilmek için.
Gönül verilmişti, O'nu özlemek, O'nu sevmek için.

Fakat bunlar yetmedi insana.
Uyarılmak ve müjdelenmek gerekiyordu.
Bunun için en yakın, güçlü meleğini görevlendirdi.
Kendi sözünü ona yükleyip gönderdi.
Bunu taşımaya gücü yetecek bir insan yarattı.
Rahmet buydu işte, rahmetin üçlü tecellisi.
Cebrail, Kuran, Muhammed.

Belki gene bulurduk iyiyle kötüyü,
Belki gene bilirdik Yaratanımızı,
Belki gene özlerdik, severdik,
O rahmet olmasaydı...

Ama bilemezdik Allah'ın yüceliğini.
Anlayamazdık kusursuz bir hayatı,
Eğilmez, bükülmez bir imanı,
Öteleri gören kalb gözünü,
Harama uzanmayan elleri,
Yalana yaklaşmamış bir dili,
Yorulmaz mücadele ruhunu,
Hiçbirini anlamazdık, o rahmet olmasaydı.

Sevdim seni hep canlara canân diye sevdim
Bir ben değil âlem sana hayrân diye sevdim
Ahlâkını medh etmede Kur'ân diye sevdim
Gül yüzlü melekler sana hayrân diye sevdim
Bir lâhza nazar en büyük ihsân diye sevdim
"Âlemlere rahmet" dedi Rahmân diye sevdim


essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ rasûlallâh
essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ emîne vahyillâh
essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ seyyidel-evvelîne vel-âhirîn

Cuma, Nisan 15, 2005

En Güzel Örnek

Allah'ın elçisi (salat ve selam ona) hakkında bakalım Allah'ın kitabı ne diyor?

qul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebi'ûnî
3:31 De ki: "Allah'ı seviyorsanız bana uyun"

yuhbibkumullâhu veyagfir lekum zunûbekum
Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın

vallâhu gafûrur-rahîm
Allah gafûrdur, rahîmdir

Bu ayette ne güzel bir döngü var. Evvelâ, "Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir." (Tirmizi, Daavât, 112, 3542

Kulun duası aynı zamanda Allah'ın rahmeti demekti. Durduk ve dua ettik, Rabbimiz bizi sevsin rahmet etsin diye. Derken Rabbimizin sözünü işittik: Rasule uymak gerekti ki, O da bizi sevsin. Peki, Allah'ın elçisi ne demişti? Evet, aynı noktaya, o koca daireyi aşıp da başlangıç noktamıza vardık...

leqad kâne lekum fî rasûlillâhi usvetun hasene(tun)
33:21 sizin için Allah'ın elçisinde güzel bir örnek vardı

limen kâne yercullâhe vel-yevmel âhire vezekerallâhe kesîrâ
Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah'ı çok anan için

Bu nitelikleri kim istemez? Bunları kazanmak için onu örnek almak gerekiyor.
(Küçük bir soru: "usvetun hasene" deyimi başka kim için kullanılmış?)

mâ kâne muhammedun abâ ahadim-mir-ricâlikum
33:40 Muhammed içinizden hiçbir adamın babası olmadı

velâkir-rasûlallâhi vehâtemen-nebiyyîn,
lakin, Allah'ın elçisi ve nebilerin mühürüdür

vekânallâhu bikulli şey°in 'alîmâ
Allah her şeyi Bilendir.

essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ rasûlallâh
essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ emîne vahyuallâh
essalâtu vesselâmu 'aleyke yâ seyyidel-evvelîne vel-âhirîn

Cuma, Nisan 08, 2005

Onlar

Âli 'imrân suresinde takva sahiplerinin veciz ama kapsamlı
bir tanımı var, hepimiz için rehber olacak bir tanım:

ellezîne yunfiqûne fis-serrâi veddarrâi
bollukta ve darlıkta infak edenler
vel-kâzimînel-gayza
öfkelerini tutanlar
vel-'âfîne 'anin-nâsi
insanları affedenler
vallâhu yuhibbul-muhsinîn
Allah muhsinleri (iyilik yapanları) sever

vellezîne izâ fa'alû fâhişeten ev zalemû enfusehum
çirkin bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde
zekerullâhe festagferû lizunûbihim
Allah'ı anarlar, günahlarına istigfar ederler
vemen yagfiruz-zunûbe illallâh
günahları Allah'tan başka kim silecek?
velem yusirrû 'alâ mâ fa'alû vehum ya'lemûn
onlar yaptıklarında bilerek ısrar etmezler

Geçen hafta "takva"nın, kulluk ederek erişilecek bir hâl olduğunu öğrenmiştik. Bugünkü inciler ise o hâlin gereklerini öğretiyor.

Önce paylaşmak. Elde ne varsa. Az ya da çok mühim değil. Yeter ki, insanın içinde o paylaşma duygusu olsun. Elindeki nimetlerin Allah'tan olduğunu bilsin ve şükür imtihanından paylaşarak geçsin.

Vermeyi sevenlere ne mutlu..

İkincisi öfkeyi tutmak imiş. Zor iş öfkelenmeden durabilmek. Belki kıymeti de zorluğundan geliyor. Kırmak, yıkmak, dökmek öyle kolay ki.

Üçüncüsü affetmek... Demek karşımızdaki affı gerektiren bir kötülük yapacak, belki mânen canımızı acıtacak, isteğimiz dışında duracak -belki bundan pişman olacak ya da olmayacak- bize düşense o insanı anlamak ve affetmek olacak. Çünkü bizim gayrıya kızgınlığımız ancak O'nun için olmalı.

Halbuki insanların çoğu artık sadece nefisleri için kızıyorlar ya da seviyorlar. Allah'ın buğzettiğine değil, kendi hoşlarına gitmeyene kızıyorlar. Bakıyorum bazen, helaller haram olmuş, haramlar helal. Herşey tepetaklak. Asıl kızılacaklar baştacı, makbul olan şeyler kızgınlık vesilesi...

Geleyim ayetin son cümlesine: Allah muhsinleri (iyilik yapanları) sever. Demek, hayata bakışımız bir yandan da şöyle olmalı. Nasıl olur da birine bir iyilik yapabilirim? Hangi yolu seçersem daha çok kişiye iyilik yapmış olurum?

Takva hâli üzere olanlar çirkin bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde -çünkü iyi biliyoruz ki yapılan her çirkinlik ancak kendimize zulümdür- Allah'ı anarlar, günahlarına istiğfar ederler.

Kuluz. Sürçüyoruz. Yanılıyoruz. Düşüyoruz. Ama dönüş ancak O'na. Rabbimiz Rahman, merhameti sonsuz. Gaffar, affı da sonsuz. Günahları Allah'tan başka kim silecek?

Allah Teâlâ'nın affı var. Evet. Ama bir de günahları tamamen silmesi var. Gufran sıfatı var. Düşünsenize, tamamen silmek. Hiçbir iz kalmadan. Hiç olmamış gibi. Hiç yaşanmamış gibi.

Rabbim tüm kusur ve günahlarımızı tamamıyla silsin.

Biz de yaptıklarında bilerek ısrar edenlerden asla olmayalım.

Vesselam.

Perşembe, Nisan 07, 2005

Hep Muhtacız

Duâ ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar. (Yirmi Altıncı Söz)

Nefislere fücur ve takva birlikte ilham ediliyor. Hayra da meyleder, şerre de. İkisinin en önemli farkı ise, hayra meylin zayıf, şerre meylin kuvvetli olması.

Zaman olur, insan hayra meyletmek ister de, elinden gelmez, imkanları yoktur. Hayra muhtaç olan aciz mümin, Musa gibi dua eder:
28:24 rabbi innî limâ enzelte ileyye min hayrin faqîr
Rabbim bana bahşedeceğin her hayra öylesine muhtacım ki...

Zaman olur aynı insan Rabbinin emrini unutuverir, şerre meyleder. İçini pişmanlık kaplayınca da tevbe etmek ister. Günahının silinmesine muhtaç olan aciz mümin, Yunus gibi istigfar eder:
21:87 lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minezzâlimîn
Senden başka tanrı yoktur, subhâneke, zâlimlerden oldum...

Sonunda herşey O'nun elinde. Meyilleri de O vermiş, fiilleri de yaratan O. Dilerse her istediğimizi verir de bizi nimetle sınamaya devam eder. Dilerse günahları siler, hiç işlenmemiş gibi tertemiz bir sayfa açar.

Elçisinin (salat ve selam onun) meşhur sözüdür:
et-tâibu minez-zenbi kemen lâ zenbe leh
Günahtan dönen, hiç günahı olmayan gibidir (İbni Mace, 4250)

Cuma, Nisan 01, 2005

Ey İnsanlar!

Bu haftanın incileri bütün insanlara hitap ediyor:

2:21 yâ eyyuhen-nâsu'budû rabbekum
Ey insanlar, rabbinize kulluk edin
ellezî halaqakum vellezîne min qablikum
sizi ve sizden öncekileri yaratan
le'allekum tettaqûn
böylece takvaya erişesiniz

Takvaya ancak kulluk ile erişilirmiş.

22:1 yâ eyyuhen-nâsuttaqû rabbekum
Ey insanlar, Rabbinizden sakının
inne zelzeletes-sâ'ati şeyun 'azîm
(kıyamet) saatinin sarsıntısı büyük şeydir

Kıyamet saatini küçümsemeyelim.

35:15 yâ eyyuhen-nâsu entumul-fuqarâu ilallâh
Ey insanlar, siz Allah'a fakirsiniz (muhtaçsınız)
vallâhu huvel-ganiyyul-hamîd
Allah zengindir, hamde layıktır

Bütün zenginlik O'ndan değil mi?