Cuma, Mart 25, 2005

Nimet ve Şükür

Ayasofya'nın doğu köşesinde küçük bir idare binası var.
Kapısında şükür konusunda veciz bir ayet yazılmış:

16:114 fekulû mimmâ razaqakumullâhu halâlen tayyibâ
Allah'ın size helal ve hoş rızık olarak verdiklerinden yiyin
veşkurû ni'metallâhi in kuntum iyyâhu ta'budûn
Allah'ın nimetine şükredin, yalnız O'na kulluk ediyorsanız

ekele: yemek (fiil) kulû: yiyin (kef ile)
razaqa: rızık vermek
şekere: şükretmek (u)şkurû: şükredin
'abede: tapmak, kulluk etmek ta'budûn: taparsınız

Burada dört fiil var, ikisi verilmiş, ikisi isteniyor:
Allah kula rızık veriyor, kul onu yiyor
Kul Allah'a şükür ve ibadet ediyor

Çok benzeyen bir ayet de Bakara suresinde.
Kelimeler ve vurgu tamamen aynı.

2:172 yâ eyyuhellezîne âmenû
Ey iman edenler
kulû min tayyibâti mâ razaqnâkum
Size rızık olarak verdiğimiz hoş (şeylerden) yiyin
veşkurû lillâhi in kuntum iyyâhu ta'budûn
Allah'a şükredin, yalnız O'na kulluk ediyorsanız


Aynı kelimelerle bir ayet daha:

20:81 kulû min tayyibâti mâ razaqnâkum
Size rızık olarak verdiğimiz hoş (şeylerden) yiyin

Ancak burada vurgu farklı. Devamında tergîb ve terhîb var.

Pazartesi, Mart 21, 2005

Baharın ilk günü

Önce mimoza ve bademler açmıştı, karlar içinde.
Sonra erikler baharın habercisi oldular.
Yüzlerce ağaç, her birinde binlerce çiçek.
Her çiçekte bir âlem..
Ve işte bahar geldi, âniden.

Hani bir sonbahar akşamı, ihtiyar mahallesinden
köhne dünyayı seyredip kat kat hüzünlenen yaşlı
şair vardı, ondaki beka arzusunu görüp dertlenmiştik:

> Öncelikle, günün bitişine, akşam oluşuna üzülüyor.
> Sonra, yazın tükenmesinden hüzünlü, ağlıyor gibi.
> Ama esas kaygı, açıkça söylemiş, ömrün sonu.

O gün bitip akşam olduysa, gene sabahı geldi.
O güz bitip kış olduysa, gene baharı geldi.
Senin benim ömrümüz bittiyse, başkaları gelir.
Bu eskimiş bina da bir gün yıkılır, yenisi yapılır.
Bu şehir, bu devlet, bu dünya da öyle.

Korkma şair, üzülme!
Bir tek güneşle sabahı ve baharı getiren
bir tek sûr ile seni de beni de getirir
her istediğimizi fazlasıyla verir
gene de mülkünden birşey eksilmez.

Kork şair, tasalan!
Geri gelmekle iş bitmiyor.
Hesap var, eyvah!
Defterim boşsa, terazim hafifse
beni kim kurtaracak?

Allah'ın rahmetinin eserleri
Ne kadar mühim bir şey, Allah'ın rahmetinin eserlerine bakmak...
İbret almak... Onlar üstüne düşünmek:

30:50 fenzur ilâ âsâri rahmetillâh
bak, Allah'ın rahmetinin eserlerine
keyfe yuhyil-arda ba'de mevtihâ
nasıl canlandırıyor yeri, ölümünden sonra
inne zâlike lemuhyil-mevtâ
şüphesiz ki O, ölüleri de diriltecektir
vehuve 'alâ kulli şeyin qadîr
O her şeye kadirdir.

Bahar yeni gelin gibi
Yunus'a kulak verelim:

Bir nice kişilerin gaflet gözün bağlamış
Hak yoluna der isen bir yufkaya kıyamaz
Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış
Kişi yeni geline baka baka doyamaz

Herşey Yunus'a ayna olmuş, herşey ona O'nun rahmetinden eserler gösteriyor... Ne güzel.

Kimi şiirler, temsiller vardır, insanların dünyaya sıkı sıkıya bağlanışlarını ve aldanışlarını tasvir için onu "uzaktan süslü görünen ama yakınına varınca çirkinliği, huysuzluğu, yaşlılığı anlaşılan bir âcuze"ye benzetirler. Yunus'un burada duruşu ise ne kadar farklı. Ne kadar arı, ne kadar duru, ne kadar âşık bir bakış. Aşk ile bakış...

Dünyada ne varsa ancak Yunus'a O'nu hatırlatıyor. Yeşil, kızıl donanmış, gelin gibi dünya, o da güzelliklerden mest olmuş, hayran hayran bakıyor. Bakmaya doyamıyor.. Ne güzel...

Çiçeklenmiş ağaçlar bana ne söylüyor?
Bahar

Önce haşr...

"Biz ölüydük dirildik, siz de ölecek ve dirileceksiniz."

O, her canlıya ölümü tattıran...
O, her canlıya can veren...
O, yarattıklarını yok edip, sonra tekrar diriltecek olan...
O, Zâtıyla ezelî ve ebedî bir hayat ile diri. O, Hayy.

Sonra, tezyinat...

"Bizim güzelliğimiz bozulmamış fıtratımızdan, ya sizin yitirdikleriniz?"

O, ne yaparsa güzel yapan...
O, ihsanı bol olan...
O, varlıklara birbirinden güzel ve farklı sûretler veren...
O, Zâtıyla en güzel. O, Cemîl.

Sonra, ikrâm...

"Bunlar bizim binbir çeşit ikrâmımız olacak, ya sizin hayatınızın meyveleri?"

O, her çeşit rızkı yaratan...
O, keremi sınırsız olan...
O, karşılıksız veren...
O, Zâtıyla şerefli, ni'meti, ihsânı sonsuz olan. O, Kerîm.

Sonra, o suhulet...

O, herşeyi kolayca yaratan, sonsuz kudret sâhibi.

Ve, kupkuru dalları şenliğe çevirirken "Zul-celâli vel-ikrâm" dedirten...

O, celâlden ikrâma geçiren...

Subhanallah!

Ağaçların yüklendiği vazife de elbette... Belli bir olgunluğa ulaşır ulaşmaz her sene ama her sene meyve veriş... Bazen dalları kırılana dek... Tâ kuruyup, ömürlerini tamamlayana dek... Zikirleri kesilene dek... O'nun emrinden asla çıkmayış...

O'nun âyetlerinden birer âyet olup, O'nu arayanlara O'ndan izleri biteviye sergileyiş...

O'na âyine oluş...

Çarşamba, Mart 16, 2005

Söz var, gözler ağlatır

Bizler sözüm söz diyenlerdeniz...

Söze söz verenlerden...

Tâ qalû belâ'dan beri...

Sözü sözden açtık ama, sözün kıymetini bildik mi bilemem.

Epeydir Yunus konuşmadı:

"Söz ola kese savaşı
Söz ola bitire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ide bir söz"

Bugün biz susalım, o söylesin...

Bu kez boynu bükük bir Yunus var mısraların ardında. Gamlı. Çünkü âşık. Gidelim görelim, aşk onu neylemiş?

Ben yürürüm yâne yâne
Aşk boyadı beni kâne
Ne âkilem ne divâne
Gel gör beni aşk neyledi

Gâh eserim yeller gibi
Gâh tozarım yollar gibi
Gâh akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi

Ya elim al kaldır beni
Ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni
Gel gör beni aşk neyledi

Bu da Yusuf Has Hacip'tenmiş:

İnsan süsü yüzdür, yüzün süsü göz
Aklın süsü dildir, dilin süsü söz


Bu cihan cehennemi

Gene Yunus, gene sözler:

Sözünü bilen kişinin
Yüzünü ağ ede bir söz
Sözünü pişirip diyenin
İşini sağ ede bir söz

Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Balıla yağ ede bir söz

Kişi bile söz demini
Demeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini
Sekiz uçmağ ede bir söz

Yarım hurma

Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ilk Cuma hutbesinde şöyle demiş:
"Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun.
Bunu da bulamazsanız güzel bir sözle koruyun"

Bu hadisteki öğüdün ilk kısmını biliriz de, ikinci kısım duyulmaz. Meğer o dehşetli günde insanı ateşten koruyacaklardan biri de güzel sözmüş. Ne kadar mânidar.

Sözümüz hep güzel olsun.

Cuma, Mart 11, 2005

Gerçek Fail yalnız O

Vâkıa suresi üç bölüm:
Önce insanların kıyamet günü iki değil de üç takıma ayrılacağı,
sonra insanların minik fiillerinin arkasındaki gerçek Fail,
nihayet ölüm anının dehşeti ve çaresizliği...

İkincisi üzerinde yoğunlaşıp o Fail-i Mutlak konusuna bakalım:

eferaeytum mâ tumnûn
eferaeytum mâ tahrusûn
eferaeytumul-mâ ellezî teşrebûn
eferaeytumun-nâr elletî tûrûn

Dört fiile işaret var bu ayetlerde, su içmek, ateş yakmak gibi basit
fiillere. Bunların arkasındaki muazzam yaratma hadisesine ve bu
fiillerin gerçek failine dikkatimiz çekiliyor:

eentum tahluqûnehû em nahnul-hâliqûn
(insanı) siz mi yaratırsınız, yoksa Biz miyiz yaratan?

eentum tezra'ûnehû em nahnuz-zâri'ûn
(ekinlerinizi) siz mi yerden bitirirsiniz, yoksa Biz miyiz bitiren?

eentum enzeltumûhu minel-muzni em nahnul-munzilûn
(suyu) buluttan siz mi indirirsiniz, yoksa Biz miyiz indiren?

eentum enşe°tum şeceretehâ em nahnul-munşiûn
(ateşin) ağacını siz mi inşa edersiniz, yoksa Biz miyiz inşâ eden?

fesebbih bismi rabbikel-'azîm
Azîm Rabbinin adını tesbih et

Pazartesi, Mart 07, 2005

Nefsim, Nefsim

İnsanın fiziksel varlığıdır nefsi. Görülen, hissedilen, yaşayan parçası, bu dünyaya nisbetle kendisi. İhtiyaçlar, arzular, hırslar hep ondan kaynaklanır. Denilebilir ki, bütün tasavvuf, "Nefsini tanıyan Rabb'ini de tanımış olur" ilkesi üzerine kurulmuştur, nefsin tezkiyesini amaçlar.

Emmâredir nefis, emreder. İsmetli bir nebinin dili ile, "kötülüğü emreder" o halde hiç kimse "nefisini temize çıkaramaz".
innen-nefse leemmâretun bis-sûi
12:53. Şüphesiz ki nefs kötülüğü emreder

Levvâmedir nefis, kınayıcıdır. Çoğu zaman kendini göremez de, benzerlerinin davranışını kınar. Kimi zaman da, yaptıklarına pişman olur, kendini kınar.
velâ uqsimu bin-nefsil-levvâme
75:2. Kasem olsun kendini çokça ayıplayan nefse

Mülhemedir nefis, ona ilham edilir, iyilik ve kötülük, fucûr ve takvâ. Şems suresinin başındaki uzun bir dizi kasem, sözü bu ilhama getirir.
venefsin vemâ sevvâhâ, feelhemehâ fucûrehâ vetaqvâhâ
91:7. Nefse ve onu şekillendirene,
91:8. Ona iyilik ve kötülük ilham edene


Zekiyyedir nefis, ya da öyle olmalıdır. Bütün bu kasemler şu en önemli haberi iletmek içindir:
qad eflaha men zekkâ
91:9. Onu temizleyen kurtuldu

Temizlenen nefis doygunluğa erişir, mutmainne olur. Fecr suresinin sonundaki mutluluğa ulaşır.
yâ eyyetuhen-nefsul-mutmainne
89:27. Ey mutmainne (doymuş) nefis

irci'î ilâ rabbiki râdiyeten mardiyye
89:28. O senden, sen de O'ndan hoşnut olarak Rabbine dön.

Elmalılı'nın nefis konusundaki yorumu:

75:2. "Hayır, kendini kınayıp duran nefse de yemin ederim." Bu da aynı mânâda, "nefs-i levvâme" (kendini kınayan)'nin gerçekleşeceğine yemindir. Nefs-i levvâme, "kınayan nefis" demektir. Bu da ya başkasını çok çok kınayan nefis veya yaptığı günahların fenalığını anlayıp da kendini kınayan, pişman olan nefis demek olabilir. Daha çok bu ikinci mânâ yaygın ve bilinmektedir.

Onun için nefisler nefs-i emmâre (insana kötülük yapmasını emreden nefis), nefs-i levvâme, nefs-i mutmainne (iyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi Allah'a yaklaştıran nefis), nefs-i mülheme (ilham edilmiş nefis), nefs-i zekiyye (temizlenmiş nefis), nefs-i râdiye (razı olmuş nefis) ve nefs-i merdıyye (kendisinden razı olunmuş nefis) diye yedi mertebeye kadar sayılır ki, her biri terbiye ve nefsi kırma ile tarikat yolunda bir mertebedir.

Yani kıyamet günü muhakkak olacak ve ona inanmak istemeyen kötü nefisler o gün kendisini çok kınayacak, dünyada yaptıkları gafletlere, günahlara çok pişman olacaklar, hatta her nefis kendini kınayacak, dünyada işlediği kusura pişman olacak, "daha iyi niye çalışmadım, daha güzel işler niçin yapmadım" diye pişmanlık duyacaktır. Bu surette "kendini kınayan nefs"e yemin, o gün gerçekleşecek olan kınamasındaki acılığın önemine ve büyüklüğüne dikkat çekmek için demek olur.

"Allah'ım! Senden, Sana kavuşacağına inanan, Senin kazana razı olan ve Senin lutfettiğine kanaat eden bir nefs-i mutmainne istiyorum"

Pazar, Mart 06, 2005

O'ndan kuluna, kulundan O'na

Enfal suresinin bir ayetinde icâbet ters yönde çalışıyor:
Dua ederken biz çağırıyoruz, O karşılık veriyor.
Bize can veren emirlerde O çağırıyor,
bizden icâbet istiyor, ne güzel bir ilişki...

Rabbimiz buyuruyor:

yâ eyyuhellezîne âmenû
8:24 Ey iman edenler
istecîbû lillâhi velir-resûli
Allah'a ve elçiye karşılık verin (icâbet edin)
izâ da'âkum limâ yuhyîkum
size can veren şeye çağırdıkları zaman
va'lemû ennellâhe yahûlu beynel-mer-i veqalbihî
bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer
veennehû ileyhi tuhşerûn
ve O(nun katı)nda toplanacaksınız

Bu ayet-i kerime karşımıza üç durak çıkarıyor. Birincisi ilk çağrıda: "Ey iman edenler, Allah'a ve elçiye icâbet edin, size can veren şeye çağırdıkları zaman"

Şunu akıldan hiç çıkarmamalı: İnsan çok kıymetli. Elbette ki, âlemde ne varsa O'ndan izler taşır, O'na ayna olur ama tüm varlıkların en değerlisi insandır. İnsan aynaların en parlağıdır. O'ndan en çok sıfatla tezyin edilmiş olandır. O'na kulluğunu bilenler gökkuşağındaki su zerreleri misâli rengarenk ışıklar yansıtır. Bir başımızı kaldırsak da görsek, aslında ortalık ışıl ışıl... Çünkü insan, en güzel yaratılışla yaratılmıştır. Çünkü O, kuluna Ruh'undan üflemiştir.

Aynı zamanda insana, emaneti yüklenip, uzakların en uzağına gitmesi de yazılmıştır. Beden kalıbına sokulmuştur. İnsan, bu hâliyle teslim olmayı bilir ve dahi olması gerektiği gibi dosdoğru olur ise Rabbimiz onu mükafatlandırdıkça mükafalandırır. Kalbine itminan indirir. Onu razı olmuş ve razı olunmuş kılar. Kendisine yaklaştırır. Cemâlullahı bahşeder.

İnsanın yaratılışı ve ona bahşedilenler onun taşıdığı potansiyel kıymeti ve bundan dolayı izzet sahibi olması gerektiğini zaten ziyadesiyle söyler. Ama Rabbimiz bu ikramlarını iki lütfuyla daha pekiştirir. Birincisi, Rabb-ul âlemîn'in "Vedûd" ism-i şerifidir. O seven ve dahi sevilendir. Sevgi iki yönlü işler. İkincisini de bu âyetle öğreniriz: İcabet etmek.

2:186 Kullarım sana beni soracak olurlarsa bilsinler ki, ben, şüphesiz onlara çok yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. O halde onlar da bana icabet etsinler ve bana iman etsinler. Tâ ki, bu sayede doğru yola ulaşmış olsunlar.

İcabet de demek sevgi gibi... O kulunun duasına, kulu O'nun davetine karşılık verir.

Ey Rabbimiz, bu ne büyük lütuftur. Bu ne sonsuz rahmettir. Biz aciz, bîçare, zayıf kullarken, biz ancak Sana muhtaçken bu ne sonsuz bir bağıştır. Biz Senin davetine icabet eder can buluruz, kurtuluşa ereriz. Sen bizim duamıza icabet eder, bize can verir, kurtuluşa erdirirsin.

Hamd Sana.

Elbette bu muhatap oluşun bir yönü daha vardır. O'nun çağrısına icabet etmemek ne büyük nankörlüktür. Nasıl bir kendini bilmezliktir. Nasıl bir göz kapayıştır. Hem O'nun ve Rasul'unun çağrısı ancak bize hayat verirken. İnsanı esas öldüren, nefesinin tükenmesi, kalbinin durması değil ancak O'nun yolundan sırt çevirmesi olur iken.

Ey Rabbimiz, kalplerimizi canlandıran Sensin. Bize can ver. Bizi ışığınla aydınlat. Işıklarımızı söndürme. Üzerimize mehtap gibi doğan o Rasulun ışığı da, zerre zerre kulların renklere ayırdığı ışık da, güle can veren ışık da, hepsi Senden.

Lâ muhyiye illâ hû!
Lâ nûre illâ hû!
Lâ ilâhe illâ hû!


Gelelim, âyet-i kerimedeki ikinci adıma. En can alıcı kısma:
"Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer"

Biliriz ki, kalp imanın yeri. Rabbimiz yerlere göklere sığmaz da, mümin olan kulun kalbine sığar.

İşte tam da bu yüzden gönüller temiz tutulmalıdır:
Sür çıkar ağyârı dilden, tâ tecelli ede Hak
Padişah konmaz saraya, hâne mâmur olmadan


Ama burada biraz farklı: "Bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer". Demek, artık bunu da bilmeliyiz.

Bu cümlede vasfedilen hâl iki şekilde anlaşılabilir. İlkin, bizatihi kalbin ünsiyet kurma özelliğinden yola çıkmalı... O'nun esmâını gösteren aynalar çoktur. İnsanın kalbi hayran olur. Sever. Bağlanır. Ancak biliriz ki, insanlar imtihan edilmeden, "inandık" demeleriyle bırakılmazlar. Zaten tüm imtihanlarımız kalbimizin yönelişlerinden olmaz mı? Sağlık isteriz, varlık isteriz. Yalnız kalmamak dileriz, evlad-u iyâl olsun, deriz. Devlet isteriz, güç isteriz. İlim öğrenmek, hizmet etmek, hayra koşmak arzumuz olur. Ama istisnâsız hepsi bize imtihanlarla döner. Herşeyi dört dörtlük giden varsa eğer, onun imtihanı da şükrünün edasıyla olur. Başlı başına şükür sınavı kolay sınav mıdır? İşte, kalbinin bağlarıyla kişinin arasına Allah-u Teala imtihanlar koyarak girer ki, kişi o aynalara değil O'na bağlansın. İstikametini doğru tutsun.

İkinci olarak şunu da hatırlamalı. Âyet-i kerîme "Ey iman edenler" diye başlıyor, iman edenlere hitap ediyor. İmanı kalbine yerleşen insanlar için her yöneliş aslında O'nadır. Herşey Allah'ı hatırlatır. Allah için sever. Allah için buğzeder. Allah'ın aziz kıldığını yüceltir, O'nun zelil kıldığını aşağı bilir. Hayattaki duruşunda mihenk taşı bellidir: O'nun rızası. Kalbi hep böyle bir kontrol altındadır. O hep kalbiyle kişi arasındadır.

Rabbim kalbimizi kendisine yönelenlerden eylesin. Her işimizde kalbini hak üzere sabitleyenlerden kılsın. Bizi sevsin.

Velhâsıl, bu pek kerîm âyet, bize can veren çağrıya icabet davetiyle başladı. Bize izzetimizi hatırlattı. Bize kalbimizi gösterdi. Kalbimizdeki sevgileri tarttırdı. Ve bitti: "Ve O(nun katı)nda toplanacaksınız"

İnsan ve hayat ancak ebedî sonla anlamını buluyor. Özlediğimiz kavuşmalar hep orada.. Bu dünya imtihanından yüzünün akıyla çıkanlar için artık orada hiçbir keder ve dert yok.

O zaman O'na yönelip dua edelim. Çünkü,
40:60 Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin, size karşılık vereyim.

Rabbimiz! Bizi, bize can veren çağrına kulak verenlerden eyle!
Bizi bir an olsun nefsin ve şeytanın aldatıcı tuzaklarına düşürme!
Kalbimizi düzelt! En güzel sevgilerle kalbimizi doldur!
Kusur ve hatalarımızı bağışla!
Sana kavuşma günümüzü en mutlu günümüz kıl!
Katında toplandığımız hesap gününde hesapsız cennetine eriştir!
Âmin.

Perşembe, Mart 03, 2005

Gecenin Tazeliği

Vahiy güneşi, insanlığın fahrine (salat ve selam ona) daha yeni görünmüş. O mehtap ise, vahiy yükünün dayanılmaz ağırlığı altında, titriyor. Gördüklerini tam idrak edememiş, dehşetli bir halde evine koşuyor, "zemmilnî, zemmilnî" (beni örtün, beni örtün) diyerek.

Muzzemmil suresinin başında, en önce indirilen ayetlerden bir kaçı bu durumu bize hatırlatır:

yâ eyyuhel-muzzemmil
Ey örtünüp bürünen!
qumil-leyle illâ qalîlâ
gece kalk, birazı hariç,
nisfehû evinqus minhu qalîlâ
yarısında, ya da biraz azalt,
ev zid 'aleyhi verettilil-qur-âne tertîlâ
ya da çoğalt, ve ağır ağır Kuran oku
innâ senulqî 'aleyke qavlen saqîlâ
Biz sana yükleyeceğiz, ağır bir sözü
inne nâşietel-leyli hiye eşeddu vat-en veaqvemu qîlâ
gece kalkışı daha tesirli ve okuması daha elverişlidir

Burada kullanılan "nâşie" kelimesi gençlik, tazelik anlamına geliyor. İnsan biraz uyuyup dinlendikten sonra tazelenmiş olarak kalkıyor ve Rabbine yöneliyor, dinç ve genç bir yönelişle.

İşte bu ayetlerle, gece namazı daha risaletin ilk haftalarında farz olmuştu. Namazın beş vakte yayılması ile gece namazı Rasulullah (salât ve selam ona) için farz olmaya devam ederken, bizler için arada bir de olsa, çok tavsiye edilen bir fırsat olarak kaldı.

Kuran okumak duayı kapsadığı gibi, namaz da tilâveti içeriyor. İsra suresindeki şu ayetler de bu gerçeği vurguluyor ve gece ibadetine özendiriyor.

17:78 aqimis-salâte lidulûkiş-şemsi ilâ gasaqil-leyli
Güneşin batışından gecenin kararmasına kadar namaz kıl
vequrânel-fecr, inne qurânel-fecri kâne meşhûdâ
bir de Fecir Kuran'ı, muhakkak Fecir Kuran'ına şahitler var
veminel-leyli fetehecced bihî nâfileten lek
Geceleyin yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz kıl
'asâ en yeb'aseke rabbuke maqâmen mahmûdâ
Belki de Rabbin seni övülecek makama yükseltir.

Genellikle sabah namazı olarak tefsir edilen "Fecir Kuran'ı" deyimi, namaz ve okuma kavramlarını en bereketli bir vakitte birleştiriyor. Sabah namazında okunan Kuran'ın şahitleri varmış. Gece namazı anlamına gelen "teheccüd" kelimesi de sadece bu ayette geçiyor.

Bir de Secde suresindeki secde ayeti var:

32:16 Onlar (gece namazı için) yataklarından kalkarlar, korkarak ve umarak Rab'lerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan da (hayır yolunda) harcarlar.