Çarşamba, Ocak 15, 2020

Sırlı Bir Makam: Hiçlik

"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir" (Ahzab 72).

Bir yoruma göre, ayette kastedilen 'emanet', insanın bilincidir, varlığının farkında olmasıdır, enesidir veya olumlu anlamda egosudur. Çok değerli bir cihaz olan bu ene veya ego, eğer yaratılış ve veriliş amacına uygun olarak doğru kullanılırsa, Allah'ın sıfatlarını tespit edebilen veya  ölçebilen yegane cihazdır. Mesela, doğru kullanılan ene veya ego der ki "bu evi ben yaptım, sahibi benim, o halde bu evrenin de bir yapıcısı, yaratıcısı, bir sahibi olmalı" der ve Halık olan yaratıcıyı bulur ve varlığını tespit ve takdir eder. Veya "ailemin geçimini ben sağlıyorum, onları ben besliyorum, o halde bütün canlıların ihtiyaçlarını gideren, onların rızıklarını veren birisi olmalı" der ve Allah'in yegane rızık verici Rezzak olduğunu anlar, vb. 

Bu ene veya ego, Allah'ın bütün sıfatlarını  ölçmek için verilen çok değerli, çok sofistike bir cihazdır; Halık ismini ölçtüğü gibi, Rezzak ismini de, Kadir ismini de, Rahim ismini de ölçer. Aslında  Allahın bütün ve isim ve sıfatlarını kıyaslama yaparak ölçebilen yegane cihazdır ve esasen onun için yaratılmış ve insana verilmiştir.

Ancak bu ene veya ego sadece Allah'ın sıfatlarını  ölçmek için kullanılmalı, kendisinin  gerçek  bir vücudu bulunmamalı, aynen meridyen ve paraleller gibi, ölçüm  amaçlı olarak kullanılmalı  ancak gerçek  bir bedeni  olmamalı, haddini aşmamalıdır; Allah'ın sıfat ve  vasıflarını ölçmeli, görevini yaptıktan  sonra kendisi HİÇ olmalı; Allah'ın mülkünde hiç bir şeye sahip çıkmamalıdır. 

Bu HİÇLİK makamındaki ene, kendi bedeni veya varlığı da dahil olmak üzere, HİÇ bir şeye sahip değildir, sonsuz derecede fakirdir; aynı zamanda HİÇ bir gücü, kuvveti, iktidarı da yoktur, sonsuz derece acizdir. Ancak bu sonsuz derece fakir ve aciz olan ene veya ego, Allah'ın isim ve sıfatlarına tam bir ayna olabilir, onları en doğru şekilde yansıtabilir; çünkü, kendisinde bir marifet, bir renk yok ki, Allah'ın isim ve sıfatlarını o renk ile boyayabilsin. Bütün gücünü, zenginliğini, ilmini, her şeyini Allah'tan bilir. Bu HİÇLIK  makamındaki ene veya ego cennete layık bir vaziyet alır.

Eğer ene veya ego yaratılış ve veriliş amacına uygun davranmaz da kendisinde bir marifet, bir vücut olduğunu vehmederse, "o ev de benim, o araba da benim, o makam da benim, ben dişimle tırnağımla çalışarak kazandım vb," şeklinde haddini aşarsa, böylece Allah'ın mülküne ortak çıkmaya kalkışırsa, yaratılış ve veriliş amacına ihanet etmiş olur ve cehennemi hak eder.

E.T.
------


Kaynak: Kalem Güzeli


Dinler konusunda kafası karışan birini nasıl ikna edersiniz?

Öncelikle dini konularda insanlanları ikna etmek için ısrarcı bir çaba içinde olmayı tercih etmediğimi söylemeliyim, çünkü bilirim ki iman kalbe doğan bir nurdur, akıl ve bilgi yoluyla ne söylenirse söylensin, kişi kalbini samimiyetle açmazsa iman kendisine nasip olmaz, kişinin ilgili ve samimi olması gerekir. Israrcı olmayı tercih etmememin diğer bir gerekçesi ise, dini ve imani değerlerin onurunu korumak, kişilerin peşinde koşmak suretiyle bu önemli değerleri değersiz mal durumuna düşürmemek, onları gerçek ve samimi müşteri olanlara sunma hassasiyetidir.

Diğer taraftan, kalpleri ve niyeti okuma gibi bir özelliğimiz de olmadığı için, iman ile ilgili bu tür sorular ile karşılaşıldığında,  elden geldiğince doğru bilgiyi sunmak, kararı ise karşı tarafa bırakmak, doğru bir yaklaşım olur diye düşünüyorum. Sosyal medyada yapılacak olan dini ve imani konulardaki doğru bilgilendirme ve açıklama paylaşımların başka kişilere de faydalı olma ihtimalini dikkate alarak, iman ile ilgili olarak, belki biraz uzunca yazılmış olan, aşağıdaki düşüncelerimi buraya aktararak paylaşıyorum. 

Öncelikle, şu kainatın bir yaratıcısı var, sahibi var, hiç bir şey başıboş değil, her şey O'nun iradesi ve kudretiyle her an yaratılarak meydana gelmekte. Atom altı parçacıklardan galaksilere kadar her şeyi her an yoktan var eden Yaratıcı, insanın da yaratıcısıdır, sahibidir, malikidir, ki buna Allah'a iman deniyor. 

Ayrıca, evreni, dünyayı ve insanı yaratan bu Yaratıcı, bunları ve bizi neden yarattığını, ne beklediğini vb bizlere anlatmak, öğretmek için bizim içimizden bazı kişilere eğitimcilik görevini vermiş, önce onlara tüm bu amaç ve beklentileri öğretmiş, sonra da peygamberler olarak görevler yükleyerek bizlere göndermiştir. Peygamberlere iman olarak bildiğimiz ve Adem peygamberden başlayarak, Nuh, İbrahim,..., Musa, İsa ve son olarak Hazret-i Muhammet'i de kapsayan toplam 124bin civarında olarak bildiğimiz özel görevli insanlar gelip, bizlere yaratılma amacımızı, görevlerimizi ve sorumluluklarımızı anlatmışlardır. Bu peygamberlerin hepsi doğru sözlü, güvenilir, emin insanlar olup, asla yalancılıkla ilgileri yoktur, ağızlarından ne çıktıysa hepsi tam olarak doğrudur. 

Sadece görevli eğitmenler, peygamberler, göndermekle de kalmamış, nasıl satın aldığımız bir cihazın bile kullanım klavuzu ve manueli varsa, aynen onun gibi, evreni, dünyayı ve insanlığı neden yaratmış, bizden ne bekliyor vb gibi tüm anlam, amaç ve görevleri, en cahilden en bilgiliye kadar herkesin anlatabileceği genel bir dil ile, yazılı hale de getirtmiştir, ki biz buna kitaplara iman diyoruz. Hepsinin doğruluğuna inandığımız Zebur, Tevrat, İncil, Kur'an bu ilahi kitaplardandır ki, gönderildikten sonra içeriği insanlar tarafından değiştirilerek bozulan Zebur, Tevrat ve İncil'den sonra, son olarak gönderilen Kur'an değiştirilmeden ve bozulmadan, ilk nüshaları ve yeni versiyonları dahil, elimizde bulunmaktadır, içinde ne yazıyorsa hepsi Yaratıcı'nın kendi ifadeleridir, hepsi doğrudur, inananlara pusula gibi yön göstermeye devam etmektedir. 

Dolayısıyla, Kur'an bizim yaratılış amacımızı, görevlerimizi, sorumluluklarımızı, ulaşmamız gereken hedeflerimizi, tüm zamanlarda yaşayan bütün insanlara uygun bir dille anlatırken, tüm insanlığa rehber olarak gönderilen son peygamber olan Hz.Muhammet ise  ömrü boyunca Kuran'a uygun yaşayarak, bizlere uygulama detaylarını göstermiş ve bu davranışlar benim sünnetimdir yani tavsiyelerimdir, dolayısıyla Kuran'dan ve sünnetimden ayrılmayın diyerek, bizlere yön göstermiştir. 

Tarikatlara, cemaatlere gelince, Kuran'ın ve Hz.Peygamberin ortaya koyduğu amaçlara, beklentilere ve hedeflere en kısa yoldan en kolay şekilde ulaşabilecek yollar sadece bir tane olmayabilir, aynı hedefe giden birden çok fazla sayıda yol bulunabilir, her bir yol, bazı özel şartlarda daha avantajlı durumda olabilir yaklaşımıyla, tamamen iyi niyetli ve faydalı olmak amacıyla ortaya konmuş olan farklı yollardır, ekollerdir, tarzlardır tarikatlar ve cemaatler. Yaklaşık 1400 yıldır ortaya konup uygulanan bu tarzlardan hangileri günümüz şartlarında daha avantajlı ve hangileri daha az zararlıdır, bunlar tartışılabilir, duruma göre de değişebilir, kişiye ve fıtrata göre de değişebilir, kimisi yaşayan bir dini rehbere gidip ona uyma eğilimindeyken, kimisinin fıtratı daha özgürlükçü olabilir, o dini rehberin de insani kusur ve hatalardan uzak olmadığını, halbuki ona intisap etmenin bu insani kusurları da kabullenme riskini barındırabileğini gerekçe gösterip böyle bir yolu tercih etmeyebilir. 

Dini ayrılıklar konusuna gelince, Kur'an ve sünnete uygun olduğu sürece (ki buna Nas'a uygun olma deniyor), doğru hedeflere gitmeyi amaçlayan bütün yollar, naslara uygun olduğu sürece, kendi doğru bildikleri yolda gidebilirler, ama birbirlerini reddetmemeli, engellememeli, birbirlerine karşı olumsuz davranış içine girmemeliler. Benden başka doğru yok, benim haricimdeki herkes yanlış yoldadır, diyerek, kendisi haricindekileri reddetme hastalığına ise, en genel anlamda, haricilik anlayışı denebilir. Hangi mehzep, tarikat, cemaat olursa olsun eğer, naslara uygun oldukları halde benim haricimde kim varsa yanlış yoldadır diyorsa, vahdeti yani birliği bozuyorsa haricilik hastalığından etkilenmiş demektir, kafanıza fazla takmayın. 

E.T.
------