Fetih suresinin son ayeti, o kadar yoğun anlamlar içeriyor ki, her cümlesi ayrı bir konu. Bu kez dikkatlerimize, o ayetin bir parçası olan bir benzetmeyi getirmek istiyorum. Müminlerin İncil'de geçen tasvirleri: 
 
48:29 kezer'in 
ekine benzer 
ahrace şat-ehû 
filizlerini çıkarmış 
feâzerahû 
sonra kuvvetlendirmiştir 
festaglezâ 
sonra kalınlaşmış 
festevâ âlâ sûqihî 
sonra gövdesi üzerine dikilmiş 
yu'cibuz-zurrâ'a 
ekincilerin hoşuna gider 
liyegîza bihimul-kuffâr 
kâfirleri öfkelendirir 
Biz şehir çocukları ekinleri herhalde en çok güneşli güzel günlerde görmüşüzdür. Altın sarısı başaklar sıcacık selam verirler fotoğraf karelerinden ya da otobüs pencerelerinden, hatta yeterince şanslıysak tarlalardan. Dolu dolu, bereketli tarlalar yüzümüze gülümser. Hem kültürümüz ekinden epey şey öğretir bize, değil mi ki, "Boş başak dik durur".   
 
Elbette, hayat o ekinler için hep bu kadar parlak değildir. Hikâyeleri toprağa düşmekle başlar. Üstlerinden yağmurlar geçer, karlar kalkar. Rüzgâr her zaman öyle usulca esmez. Ama bunlar hep ekinleri güçlendiren, olduran şeylerdir. Gereklidirler. İçi en son tanelerle dolunca da, artık ekincisini hayretli sevinçlere sevkeder. 
Pirimiz Yunus bir başka yönünü demiş, ne güzel söylemiş: 
Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi
Ekinci bin tohum atsa, bunların sadece on tanesi başak verse zarar mı? Herbiri yedi yüz tane verse, yedi kat kâr etmiş olur.
Çürüyen, gelişmeyen dokuz yüz doksana acıyalım mı?
Dünyanın kuralı böyle işte, azı biter, çoğu yiter. 
Biz başak verme gayretinde olmalıyız.