Cumartesi, Aralık 31, 2005

Cuma İncileri 2005

(2005 yılında yayınlanmış konular, alfabetik sıra ile)

Jigsaw

Bahar

Gurûb

Kar

Elmalar

Medine

Kabe

Cuma

Gökyüzü

Kasım

Gökkuşağı

Cami

Mimoza
Açılıştaki Temeller
Âlem-i Kevn-u Fesad
Âlemlere Rahmet
Allah'ın günlerini ummayanlar
Aynı Hizada Durabilmek
Baharın ilk günü
Bayram ederler yâr ile şimdi
Ben batanları sevmem!
Beytullah'ı Ziyaret
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş
Bismillah
"Buna güneş değmemiş"
Çifte Standartçıların Vay Hâline!
Çok Özlemiştik Seni, Ey Ramazan!
Doğru Söz
Dua edin ki...
Ekmek ve can
En Güzel Örnek
Enbiyanın Duası
Enbiyanın Feryadı
Esmanın Tecellisi
Ey İnsanlar!
Ey örtüsüne bürünen!
Felâh: Gerçek Başarı
Fırsatı Kaçırmayalım
Gecenin Tazeliği
Gerçek Fail yalnız O
Gerektiği Gibi Sakının
Gönülden Bağlılıkla
Görülen ve Ardındaki
Hac Arafat'ta Başlar
Hac Ayı ve On Gecesi
Haccın Gerekleri
Hadislerde Fatiha
Haftanın En Önemli İşi
Haydi, bir benzerini yapın
Hep Muhtacız
İçler Dış Olsa
Hüda ve Huda
İki Doğu Kadar Uzak Olsaydı!
İmtihan
İnsan Olmak
Karneler Sınavdan Sonra
Kelebeğin Kanatlarında
Kış günleri başladı
Kur'an ve Anlayış
Muhammed, Salat ve Selam Ona
Muzdelife, Mina, Kâbe
Müjdeler Olsun Müminlere
Namaz Vakitlerini Nasıl Bilirsiniz?
Nasıl Vermeli?
Nebiler ve Dersler
Neden Gökkuşağı?
Nefsim, Nefsim
Nimet ve Şükür
Nun, Kalem ve Satırlar
O Allah... ki tanrı ancak O
O Gün Ne Göreceğiz?
O'na Yönelip O'ndan İstemek
O'ndan kuluna, kulundan O'na
Onlar
Rahman'a Yaklaştırılanlar
Rüzgarın Savurduğu
Sabırdan Şükre
Salât: Eşsiz Yöneliş
"Sizi cehenneme sokan nedir?"
Söz var, gözler ağlatır
Süleymaniye'de Bayram Sabahı
Şeksiz Şüphesiz
Şeytanın var olmayan gücü
Takva Mescidi
Tamah Ama Nasıl?
Temizlenmek
Tertemiz Gitmek Varken..
Tombul Kuşlar ve Mimoza
Umutsuzluğa Yer Yok
Vesvesenin İlacı
Ya Râb, Korktuğumuza Uğratma!
Yalancının Söylediği Doğru Söz
Yaratan Rabbinin adıyla oku
Yâsîn'de "mubîn"
Yetmez miydin, Sen Ey Ölüm!
Yolcunun Duası
Yumuşak Söz

Cuma, Aralık 30, 2005

"Buna güneş değmemiş"

Meyveler
Bazan bir ağacın aynı dalında yan yana iki meyve olur.
Biri kızarmış, tatlanmış, olmuş; diğeri yeşil, ekşi, ham.
Aynı tohumdan, aynı daldan olduğuna inanamazsınız.
Açıklaması da çok kolaydır: "Buna güneş değmemiş"
denir. Çünkü meyveyi olgunlaştıran güneştir.

İnsanları olgunlaştıran da vahiy güneşidir, şüphesiz.
O güneşten çok uzak olsak da, ondan bize pırıltılar
aksettiren aynalar var. En başta Rasûlullah SAV,
karanlık gecenin parlak mehtabı gibi nur saçıyor.
Arada başka parlak aynalar var, hepsi de aynı
güneşten aldığı hikmeti bize öğretiyor, anlatıyor.
Hikmetin içimize işlediği nisbette olgunlaşıyoruz.

2:269 yu-til-hikmete men yeşâ
(Allah) Hikmeti dilediğine verir.
vemen yu-tel-hikmete feqad ûtiye hayren kesîrâ
Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir.
vemâ yezzekkeru illâ ulul-elbâb
Bundan ancak ulul-elbâb öğüt alır.

Metaforlar, benzetmeler bir yere kadar doğrudur.
Her iki metaforu da kendimize uygulayabiliriz.
Bir yandan kendimizi dalında olgunlaşan meyve
olarak görelim, hikmetlere gönlümüzü açalım.
Diğer taraftan da ayna olalım, başka meyveler
bizden akseden ışıkla olgunlaşsın.

Hikmet ışığından, vahiy güneşinden yararlanırken,
etrafımıza ışık vermeye, yansıtmaya çalışalım.

Pazar, Aralık 18, 2005

"Sizi cehenneme sokan nedir?"

-Muddessir suresi devam ediyor-

Muddessir suresinin ikinci kısmı üç kasemle başlıyor. Dikkatimizi aya, geceye ve gündüze çeviriyor ve bizi bu üç mucize üzerine tefekkür etmeye çağırıyor:

kellâ vel-qamer
74:32 Hayır! And olsun aya!
vel-leyli iz edber
33. Dönüp gittiğinde geceye!
ves-subhi izâ esfer
34. Ve ağardığında sabaha!

Gün geceye dönüp gittiğinde, tekrar ağarmasa hâlimiz nice olurdu? Ya, her sabah ve akşam rengârenk tonlarla boyanan semâya ne demeli? Ya da gecenin karanlığında ortalığı aydınlatıveren mehtâb az mı güzel? Veyahut gecenin üstümüzü simsiyah örtmesi kimbilir bize neyi söyler? En uzun gecelere vardığımız şu günlerde, dalıp gidiyor insan ister istemez: Şeb-i yeldâ'yı kim bilir? Şeb-i arûz nedir?

Rabbimiz, Muddessir suresinin birinci bölümünün sonunda "saqar" ismi verilen cehennemden haber vermişti. Bu bölümde onunla devam ediliyor. Bu cehennem büyük bir şey, açık bir uyarı. Peki kimlere?

innehâ leihdel-kuber
35. Bu en büyük şeylerden biridir
nezîren lil-beşer
36. uyarıdır insanlara
limen şâe minkum en yeteqaddeme ev yeteahhar
37. içinizden öne geçmek veya geriye kalmak isteyen herkese

Cehennem insanlardan ileri geçmek ya da geri kalmak isteyenleri korkutmak için bir uyarıdır. Bu cevap iki türlü anlamaya da açık. Bir anlayışla cehennem, ibadetlerde ileri geçip, mâsiyetlerden geri durmak isteyen insanlara bir uyarıdır. Ya da diğer bir anlayışla, cehennem o kimseyi korkutur ki, o kişi günah işlemek sebebiyle ibadetten geri kalır. Ayrıca "dilemek" sıfatı kul için kullanıldığı için, açıkça insanın cüz-i iradesinin varlığına da işaret görüyoruz.

kullu nefsim-bimâ kesebet rehîne
38. Herkes kazandığına karşılık bir rehindir,
illâ ashâbel-yemîn
39. ashab-ı yemîn hariç

Ashab-ı yemîn, yani karnelerin dağıtıldığı o günde defterlerini sağ taraflarından alacak olan mutlu kullar hariç, herkes kazandığı günahlar nisbetince mahbus durumda. Borcuna bağlı rehin gibi, günahkâr da günahına bağlı kalıyor.

O mutlu kullar cennette ne yapıyorlar:
fî cennâtin yetesâelûn
40. onlar cennette birbirlerine sorarlar
'anil-mucrimîn
41. mücrimlerin durumundan
mâ selekekum fî saqar
42. "Sizi cehenneme sokan nedir?"

Kerim Kitab'ımızda sıkça karşılaştığımız bir üslup bu. Bilgiler karşılıklı konuşmalar sonucu aktarılıyor. Empati yeteneğini geliştiren, çok enteresan, aynı zamanda güçlü ve etkili bir eğitim metodu. Dikkatimiz yükseliyor. Hep beraber soruyoruz: Cehennemlikleri cehenneme sokan nedir?
qâlû lem neku minel-musallîn
43. Derler: "Biz namaz kılanlardan değildik,
velem neku nut'imul-miskîn
44. miskinleri doyuranlardan değildik,
vekunnâ nehûdu me'al-hâidîn
45. ve dalanlarla beraber dalanlardandık,
vekunnâ nukezzibu biyevmid-dîn
46. hesap gününü de yalan sayardık.
hattâ etânel-yakîn
47. Nihayet bize ölüm geldi"

Ayette geçen dalmak kelimesi, "batıla dalmak" şeklinde tefsir edilmiş, "yakîn" ise "ölüm". "Yakîn" kelimesi şeksiz şüphesiz iman anlamına geliyordu. Burada ise ölüm yerine geçmiş. Belki de hayattaki en kesin gerçek olması hasebiyledir.

48-51. Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermedi. Şimdi onlara ne oluyor ki, aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri gibi, zikirden yüz çeviriyorlar?

Ürkmüş bir merkebin aslandan kaçması doğaldır. Kaçmazsa mahvolacak. Kitap'dan böyle kaçanlara ne demeli? Onlar ne hâle düşüyorlar? Ne istiyorlar? Neden kaçıyorlar?

52. Hayır! Onların herbiri kendilerine açılmış sayfaların gelmesini istiyor

Râzî'nin tefsirinde, Mekkelilerden gelen bu talepten bahsediliyor: "Bize semadan açılmış sahifeler gelsin ki, inanalım." Allah Teâlâ, onların bu isteklerinin doğru olmadığını, bunun sadece inatlarından kaynaklandığını beyan ediyor.

53-55. Hayır! Hayır! Gerçek şu, onlar ahiretten korkmuyorlar
Hayır! Şüphesiz o bir öğüttür
Artık kim dilerse öğüt alır


vemâ yezkurûne illâ en yeşâallâh
56. Allah dilemeyince öğüt almazlar
huve ehlut-taqvâ ve ehlul-magfira
Korumaya ehil olan O'dur, bağışlayacak olan da O'dur.

Pazar, Aralık 04, 2005

Ey örtüsüne bürünen!

İlk inen ayetlerden sonra bir rivayete göre altı ay kadar vahiy kesiliyor. Bu dönem uzun ve üzücü geçiyor ama sonrasında ayetler inmeye devam ediyor.

Bugün ilk nâzil olan surelerden Muddessir suresinin ilk bölümüne baktık. Ayetler ekseriyetle kısa kısa ve çok vurucuydu.

Önce Allah Rasûlüne (salât ve selam ona) seslenerek başlanıyordu:
yâ eyyuhel-muddessir
74:1 Ey örtüsüne bürünen!

Müteakip ayetlerle peşpeşe ilk uyarılar geldi. Bunlar onu göreve çağıran ve bir müslümanın şahsiyetini inşâ edecek olan ilk emirlerdendi:

qum feenzir, verabbeke fekebbir, vesiyâbeke fetahhir
2-4. Kalk ve uyar, Rabbini tekbir et ve elbiseni arındır
ver-rucze fehcur, velâ temnun testeksir
5-6. Azaba götürecek şeyleri terk et; iyiliği, daha çoğunu umarak yapma!

Herbiri tek tek üstünde düşünülecek kıymette emirler... Allah'ı büyüklemek, bir yandan elbiseyi ve dış çevreyi pisliklerden arındırırken, aynı zamanda iç dünyayı da azaba götürücü şeylerden temiz kılmak esastı. Ardından yaptığını çok görerek, başkalarına minnet etmeme öğüdü geldi. Velhâsıl insan, kaz gelecek ümidiyle, tavuk veriyorsa birisine durumu hiç de iyi değildi.

Bu emirler asla kolay şeyler değiller. Zaten nice işkenceler o yolda çekildi, nice sıkıntılara göğüs gerildi. Bunların üstesinden gelirken karşılaşılacak zorluk ve meşakkatlere karşı sığınılacak tek mercii ise ancak ve hep O idi:

velirabbike fasbir
7. Rabbin için sabret.

Hemen bunların peşine ahiret vurgusu geliyordu:

feizâ nuqira fînnâqûr
8. O Sûr'a üfürüldüğü zaman,
fezâlike yevmeizin yevmun-'asîr
9. işte o gün zor bir gündür
'alel-kâfirîne gayru yesîr
10. Kafirlere kolay değildir.

Ardından, "o adam"ın tarifi geliyordu. Nüzûl sebepleriyle uğraşan âlimler ismiyle, cismiyle söylüyorlar bize, o adamın kim olduğunu: Halid bin Velid'in de babası olan Velid bin Mugire imiş. Ama Velid ya da başkası, ne farkeder? Bir sürü Velid'ler gelip, geçmiyor mu? Bakalım onların tipik halleri ve akıbetleri nasılmış:

zernî vemen halaktu vehîdâ
11. tek başına (hiçbir şeysiz) yarattığım adamı da bana bırak!
vece'altu lehû mâlen memdûdâ, vebenîne şuhûdâ
12-13. ona hem bolca mal verdim, hem de hazır bulunan oğullar
vemehhedtu lehû temhîdâ
14. kendisine (bu nîmetleri) döşedikçe döşedim.
summe yatme'u en ezîd
15. Sonra daha artırmamı umar.
kellâ, innehu kâne liâyâtinâ 'anîdâ
16. Hayır! O, ayetlerimize karşı inatçıydı
seurhiquhu sa'ûdâ
17. onu sarp bir yola sardıracağım.

Mekkeli müşrikler, Rasûlullah için demediklerini bırakmıyorlar. Şair diyorlar, mecnun diyorlar, kâhin diyorlar. Diyorlar da diyorlar. Ama kendileri bile şunun farkındalar: Bir insan hiç aynı zamanda deli ve şair olabilir mi? Ortak bir kararda durmak istiyorlar ve Velid'in fikri, birden hepsinin hoşuna gidiyor:

18. o düşündü ve ölçtü biçti
19. kahrolası, nasıl ölçtü biçti
20. sonra o kahrolası, nasıl da ölçtü biçti


O inkârcı zâlim öyle ölçüp biçmişti ki, bu yaptıklarından belli oldu:
21-25. sonra baktı, sonra kaşlarını çattı ve suratını astı, sonra arkasını döndü ve kibirlendi ve dedi, "Bu sihirden başka birşey değildir. Bu ancak bir insan sözüdür."

Yine dikkat edeceğimiz tipik inkârcı özelliği: Kibir. Kibir imanın önündeki en büyük engel.

26-30. onu Sakar'a atacağım, sen biliyor musun Sakar nedir? o, ne geri bırakır ne de vazgeçer, o derileri yakıp, kavurandır, üzerinde on dokuz (muhafız melek) vardır.

Öteden beri çeşitli müfessirler bu meleklerin sayısının hikmetini açıklamaya çabalamışlar ancak en güzel cümlenin, elimdeki tefsirde bu hikmetlerin bahsinden sonra söylenen şu cümle olduğunu düşünüyorum: "Hükme tealluk olmadığından adedin hikmetinden bahiste bizim için fayda yoktur".

Çünkü bir bu sayı ne imtihanlara vesile olmuş.

31. Biz o ateşin zebanîlerini, sadece meleklerden kıldık. Onların sayısını da o inkar edenler için ancak bir imtihan yaptık. (Böylece) kendilerine kitap verilenler de iyice inansınlar, inananların da îmanı artsın diye. Artık hem kendilerine kitap verilenler, hem de mü'minler şüpheye düşmesinler.

(Bu), kalplerinde bir hastalık bulunanlarla, kafirler:
"Allah, bu misal ile ne demek istemiş olabilir?" desin(ler diyedir).

İşte böylece Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir.

Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez. Bu (ayetler), insanlara bir öğütten başka bir şey değildir.


O gündeki kâfirler, "Bu kadar insanı, bu kadar az sayıdaki melek mi cehennemde tutacak?" diye fitneye düşmüşler. 20. yüzyılda ise kimi insanlar bu sayı üstüne bambaşka fitnelere düştüler.

Sayılar konusunda gerçekten dikkatli olmak lâzım. Amaç nedir, araç nedir, insan iyi ayırdetmeli. Elbette ki, sayılabilir her şeyin bir sayısı var. İnsanların iki eli, iki gözü ve bir burnu olur. Ya da bir gül dalında hep beş yaprak, bir servi kozalağında on iki parça sayılır. Kar tanelerinin geometrisi, görenleri hayran bırakır. Arılar altıgen petek yapar. Böyle düzenlilikler yaratılış mucizesine bakarken, hoş ve lâtif incelikler olarak hep karşımıza çıkar. Bunun gibi Kerîm Kitab'ımızda da matematiksel güzellikler elbette aranırsa bulunabilir. Bunlar, bulan insan için kalbe bir sürûr veya imanı ziyadeleştirici bir süs olabilir. Bir de, belki bir zeka gösterme alanı, bulmaca çözme zevki... O kadar... İlerisine gitmek, bunları mutlak gerçeklikmiş gibi başkalarına vaz'etmek, bu formüllerden olmadık hesaplar yapmaya kalkışmak insanlara ne aklen, ne de mânen fayda verir. Allah fitnelere düşmekten muhafaza etsin.

Cuma, Aralık 02, 2005

Şeytanın var olmayan gücü

Adem'in yaratılışı ve meleklerin ona secde etmeleri yedi
surede söz konusu olmuş. İlgili ayetlerin hepsinde
İblis'in secde emrine karşı gelişi de anlatılmış.

Bunlardan yalnız birine bakalım:

17:65 inne 'ibâdî leyse leke 'aleyhim sultân
Doğrusu Benim kullarım üzerinde senin bir gücün yok
vekefâ birabbike vekîlâ
Rabbin vekil olarak yeter.

İsra suresindeki bu ayette, şeytanın bir gücü olmadığı,
olmayacağı açıkça söylenmiş. Demek ki şeytanî güçler
asla yaptırıcı olamıyor, ancak çekici ve saptırıcı oluyor:

14:22 innallâhe va'adekum va'del-haqqi
Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti
veva'attukum feahleftukum
ben de size söz verdim, sonra caydım
vemâ kâne liye 'aleykum min sultân
sizi zorlayacak bir gücüm yoktu
illâ en da'avtukum festecebtum lî
sadece çağırdım, siz de cevapladınız
felâ telûmûnî velûmû enfusekum
o halde beni kınamayın, kendinizi kınayın

Bu ayet ise henüz söylenmemiş bir sözün haberi.
Söyleyecek olan şeytan, ve doğru konuşuyor.
Bu da diğerinden farksız, dün olmuş gibi anlatılıyor.